romantizm

entry129 galeri video2
    2.
  1. Avrupa nın 1790-1850 yılları arasındaki entelektüel yaşamının kimi temel yönlerini tanımlamak için kullanılan terim.

    19. yüzyılın ilk yarısında, biraz da Aydın­lanmaya bir tepki olarak gelişen akım ya da hareket olarak romantizm, farklı ülkelerde farklı görünümler almıştır. Örneğin, ingilte­rede tamamen estetik bir fenomen, bir sanat hareketi olarak ortaya çıkan romantizm Fran­sda, Rousseau nun etkisiyle, toplumsal uz­laşıma karşı bir protesto olarak gelişmiş, ha­reketin estetik boyutu daha sonra ortaya çıkmıştır. Buna göre, sanatta romantizm do­ğaya yönelik temelli bir ilgiyle belirlenen, doğal fenomenleri doğrudan ve aracısız bir biçimde kavramayı temele alan akım ya da tavrı ifade eder. Sanatta klasisizme karşı çıkan romantizm bu nedenle, tüm formları, kuralları ve uzlaşımları yapay oluşumlar ve doğanın gerçek anlamını ve ifadesini kavra­madaki engeller olarak görür, içtenliğin, ken­diliğindenlik ve tutkunun önemini vurgular. Sanatın, idealleştirme ya da genelleme olma­dan, tikel ve somut olana yönelmesi ve doğa­nın uyandırdığı duyguları gözlemesi ve ak­tarması gerektiğini belirtir.

    Almanyada ise, önceleri bir sanat hareke­ti olarak ortaya çıkan romantizm, kısa bir süre içinde bir dünya görüşü ya da felsefe hareketi olarak romantizmin doğuşunda 1800lü yıl­larda ortaya çıkan endüstrileşme ve kentleş­menin, ve dolayısıyla yaşanan hızlı ve radi­kal değişimin etkisi büyük olmuştur. işte bu çerçeve içinde, Romantik felsefenin gerisin­de, statik bir varlık ya da dünya görüşünden çok, yaratıcı bir sürece işaret eden varlık an­layışı yer alır.

    Yine Romantik felsefenin doğuşunda, Aydınlanma projesinin fiilen çöküşü, Ay­dınlanmanın toplum, ahlâk ve siyaset teorisinin yetersizliğinin farkına varılması büyük bir etki yapmıştır. Bu nedenle, Romantik fi­lozoflar, Aydınlanmanın katı ve kuru bilimciliği yerine estetikçi bir tavır benim­semişlerdir. Başka bir deyişle, yaratıcı süre­cin, yapma ve analitik olan akıl tarafından değil de, duygular ve sezgi yoluyla anlaşıla­bileceğini savunan romantik felsefe, düzenli, rasyonel ve ölçülü olana karşı çıkarken, doğ­rudan ve aracısız duyumlarla, yoğun duyguların önemini vurgulamışlardır.

    Buna göre, romantik felsefe, yanlış ve ikinci dereceden bir güç olarak gördüğü akla şiddetle karşı çıkar, aklın yaptığı tüm ayırımların yapay olup, gerçekliği parçaladığını ve anlaşılmaz hale getirdiğini savunur. Başka bir deyişle, romantizmde rasyonel analiz ya da deneysel araştırmanın yerini sezgiye ve duyguya beslenen güven, bilimin yerini doğa felsefesi alır. Romantikler Aydınlanma çağı­nın kuru akılcılığına şiddetle karşı çıkıp, do­ğanın gizlerine, bilim adamının matematiko fiziksel yöntemleriyle değil de, yaratıcı coşum yoluyla nüfuz edilebileceğini savun­muş ve sonsuzluğa erişmenin yolları olarak, aşkı, doğaya tapmayı, dini tecrübeyi ve artis­tik yaratıcı faaliyeti göstermişlerdir.

    Aydınlanmanın benler ve şeyler olarak ikiye böldüğü evrenin büyüklüğü ve sınırsız­lığından etkilenen romantik düşünürler, evre­ni canlı, sürekli ve dinamik bir bütün olarak değerlendirmişlerdir. Yine, Aydınlanmanın, doğanın tüm diğer yaratıklarından farklı ola­rak bir akla sahip olduğu için biricik olduğu­nu söylediği insan söz konusu olduğunda, Romantizm, aklı küçümsediği için, insanı doğanın bir parçası olarak değerlendirmiştir.

    Romantizm, siyaset felsefesinde ise, ev­renselciliğin yerine milliyetçiliği öne çıkar­mıştır. Onda, Özgür ve eşit bireylerden mey­dana gelen toplum idealinin yerini, her insanın konumunu bildiği, geleneksel kökle­ri olan organik bir cemaat ideali alır.
    5 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük