küreselleşme sürecine uyum sağlamak isteyen ulusal-uluslararası düzeydeki kurumların pekçoğu kabuk değiştiriyor. hiç şüphesiz değişen bu kurumların başında da istihbarat örgütleri geliyor. değişen tanımlar ve kavramlara koşut olarak, istihbarat ve karşı istihbarat faaliyetleri artık nostaljik 007 kalıplarından oldukça uzaklarda. örneğin, dünya üzerindeki her türlü kitle iletişimini kontrol eden "echolon ağı", uzaydan her türlü görüntüyü sağlayan uydu sistemleri, klasik casusların tüm işlevini fazlasıyla üstlenmiş durumda. sanayi casusluğu hâlâ önemini korurken, istihbarat terminolojisinde yeni kavramlar, konseptler ön plana çıkmakta: "sosyal-ekonomik-siyasal-dinsel-kültürel istihbarat" kavramları gibi. istihbarat ve karşı istihbarat servisleri, gelişmiş ülkelerde eskiden olduğu gibi tam bir gizlilik içinde işlerini yürüten kurumlar değil artık. şimdilerde, dışişleri, içişleri, ekonomi-maliye, adalet bakanlıkları, kızılhaç, özel servis veren pilot üniversiteler, enstitüler, vakıflar, özel misyonu olan kardinaller, piskoposlar, hahamlar ve tüm misyoner örgütleri, yurtdışında yatırım yapan şirketler, yurtdışında temsilciliği olan medya kuruluşları ve haber ajansları ile de -gerektikçe- içiçe çalışılıyor. istihbarat servislerinin rolü, koordinasyon, finansman, lojistik destek ve yönlendirme ile sınırlı. artık hedef ülkelerde özellikle istihbarat-ajitasyon faaliyetlerinde deşifre olma riskine girilmiyor; bu iş genellikle doğrudan yada dolaylı olarak servisle ilişkili yerli işbirlikçilere, taşeronlara sipariş ediliyor. işte literatürde bu yerli işbirlikçilere-taşeronlara "etki ajanları", "yönlendirici ajanlar" ya da kapsamlı bir deyişle "nüfuz casusları" deniliyor.
halk deyimi ile "maşa" olarak da nitelendirebileceğimiz bu etki ajanlarının farklı işlevleri bulunuyor: kimi, politikacı, kimi gazeteci , kimi akademisyen, kimi diplomat, kimi hukukçu, kimi tarikat-cemaat şeyhi, kimi de yüksek bürokrat ya da işadamı olarak, önce madden-manen bağlı oldukları, aidiyet duygusunu ve güvencesini hissettikleri ülke adına tüm yetkilerini kullanıyorlar. bu bazen, devlet politikasının güdümlü olarak saptırılması; bazen, halkın din ve ırk duygularına bağlı olarak kin ve husumete sevkedilmesi; bazen, uluslararası ihalelerde devlet çıkarlarının gözardı edilerek bağlı ülke şirketlerinin tercih edilmesi; bazen tahkim örneğinde olduğu gibi çağcıl kapitilasyonların geri gelmesi amacına uygun olarak gerçekdışı bilgilerle kamuoyunun aldatılması; bazen, türkiye'nin en zengin işadamlarından birinin tüm mesaisini -diyanet işleri başkanlığına değil- fener rum patrikhanesi'ne hizmete hasretmesi ya da fethullahçıların papa, fener rum patriği ve batı kökenli hristiyan misyonerlerle halvete girmesi; bazen, kendi halkının can güvenliğinin hiçe sayılarak bergama'da olduğu gibi şaibeli şirketlerden yana tavır konulması ya da nükleer enerji ihalelerinin sonlandırılmasına karşın sözleşmede olmadığı halde halkın kıt kaynaklarını taraf yabancı şirketlere tazminat olarak aktarılmasının önerilmesi; bazen ab örneğinde olduğu gibi, "kopenhag kriterleri, tc anayasası'nın üstündedir" gibi söylemlerle ulus-devletin sona erdiğinin, egemenlik-bağımsızlık-ulusal onur-ulusçuluk gibi kavramların modasının geçtiğinin vurgulanması; şeriatçılara ve bölücülere sınırsız ve koşulsuz özgürlük isteminde bulunularak bunun "demokratlık" olarak lanse edilmesi; bazen hizbullahçılar gibi kanlı örgütlere yıllar boyu gözyumulması ya da her türlü organize suç örgütü ile çıkar ilişkisi içinde bulunulması; bazen kaddafi'nin bile önünde onursuzca boyun eğilmesi; bazen abd başkanı ile el-göz temasında bulunulmasının bile onurmuşçasına reklam konusu edilmesi; bazen ilgili devlet büyükelçisinin önünde bile bir türk siyasi liderinin el-pençe divan durması; bazen türk dünyasındaki türkiye'nin çıkarlarının örneğin fethullahçılar eliyle abd'ne devredilmesine seyirci kalınması ya da kuzey ırak'da, kosova'da, karabağ'da, doğu türkistan'da olduğu gibi soydaşlarımızın insani haklarına bile sahip çıkılmaması; bazen türkiye'nin etnik-dinsel haritasının ya da aile yapısının ortaya konulmasını öngören dış kaynaklı projelerle en mahrem bilgilerimizin bilimsel çalışma adı altında ilgili ülke istihbarat servislerine aktarılması ve daha pekçok, binlerce, onbinlerce onursuz işbirliği örneği!..
kısaca, etki ajanları görüldüğü gibi bir değil, onbinlerle. onlar aramızda, üstelik bizi yönlendiren, yöneten her yerde... kimi "şeriatçı", kimi "ülkücü", kimi "sosyalist", kimi "kürtçü", kimi "ortanın solunda", kimi "merkez sağda", kimi "kapitalist", kimi "ikinci cumhuriyetçi"!.. ama nedense hepsi de demokrat, özgürlükçü, entelektüel, insan hakları savunucusu ve ab yanlısı!.. güçleri destek aldıkları ülkelerden ve işgal ettikleri konumlardan geliyor. politikacıysanız, gidebildiğiniz yere kadar destekleniyorsunuz. bürokratsanız, çıkabileceğiniz en üst göreve kadar yükselebiliyorsunuz. işadamıysanız, vize dahil "kayırılma" statüsüne dahil ediliyorsunuz. diyelim ki, "ikinci cumhuriyetçisiniz", türkiye'de sizi okuyacak kaç "ikinci cumhuriyetçi" okurunuz var? yazarı-çizeri-okuru dahil türkiye'deki ikinci cumhuriyetçilerin sayısına baktığınızda, birkaç bin kişiyle sınırlı olduğunu görüyorsunuz. ama kitlesel desteği olmayan, toplumun büyük kesimi tarafından adeta lanetlenen "ikinci cumhuriyetçi" yazarlar, türk basınının en büyük gazetelerinde köşe yazarlıklarını sürdürüyorlar. kim onlara "kamuoyunu oluşturma-koşullandırma" güç ve desteğini veriyor dersiniz? bunca tepkiye rağmen, kapitalist kimliği ile önplana çıkan medya patronları onları niçin ve neden hala korumakta? bu bağlamda, fethullahçıların tanıtımı için büyük gayretler sarfeden ünlü bir medya patronunun, mehmet eymür'e yazarlık önermesi size hiç de şaşırtıcı gelmiyor. fatih altaylı gibi cumhuriyetin temel değerlerine sahip çıkan kimi yazarlara "mit ajanı" suçlamasıyla saldıranların, ikinci cumhuriyetçilere ya da aidiyet duygusuyla bağlı olduğu yeni vatanına kaçmak suretiyle deşifre olmuş etki ajanlarına ise suskun kalarak bir nevi dayanışma sergilemeleri, türkiye'deki etki ajanlığı tehlikesinin boyutları hakkında bir fikir veriyor...