Yetmiyordu aldığımız para evi geçindirmeye... Hele bir de ben üniversiteyi kazanınca iyice daralmışlardı. Her zamanki gibi belli etmemeye çalıştılar ama ben üzerime düşeni yapmaya çoktan karar vermiştim bile... Acilen iş aramaya başladım. Bu kati kararımdan birkaç gün sonra, tam da zamanında, başarılarıyla herkesten takdir ve saygı gören Tarık Hoca' nın kapısında "asistan arıyorum" diye bir yazı gördüm. Çok sevinçli ve heyecanlıydım daha ne söyleyeceğimi bile kafamda tasarlamamışken heyecanımdan kapıyı çalmış bulundum. Allah' tan içeriden ses gelmedi. Kendi kendime söylendiğim bir anda arkamı döndüm ve karşımda Tarık Hoca' yı gördüm. Odası ile arasında duran, şaşkın şaşkın ve dünyadan ilişkisini kesmişçesine kendisi ile konuşmayı sürdüren bana, gülümseyerek bakıyordu. Çok utanmıştım. Odasının kapısı ile arasından çekildim. "Evet, nasıl yardımcı olabilirim sana?" diye sordu. "Şey..." dedim "...ilan..." dedim. Gülümsemeye devam etti ve "gel bakalım" dedi ve anahtarıyla kapıyı açtı.
Akşam eve giderken ayaklarım yere basmıyordu. iş bulmuştum. Okuldan kalan boş vakitlerimi hem derslerime fazlasıyla faydası olabilecek şekilde geçirecek hem de üzerine para alacaktım.
Okula başlayalı 6 ay olmuştu. Hayatımdaki her şey olağandı ve kötü giden bir şey yoktu. Derslerimle meşgul oluyor, kalan zamanlarımı da Tarık Hoca' nın odasında işimin başında geçiyordum. Onun her hareketinin manasını biliyordum artık. Bir bakışından ne istediğini anlar olmuştum. Onun hizmetine çalışmayı kendim için lütuf sayıyordum. Ona hayranlığım her geçen gün biraz daha artıyordu. Gözlerimi kapattığımda yüzünü görüyor, sesini duyuyor, heyecanlanıyor, görmeyince özlüyordum. Her şey öyle yavaş olmuştu ki; o gülüşü, kalbime mıh gibi nasıl saplandı bilemedim... Onu ne zaman, böyle görmeyince, deliler gibi özlediğimi bilemedim. Artık engelleyemediğim bir tutkuyla ona bağlı olduğumu hissediyordum.
Kendime bile itiraf etmekten kaçındığım hislerim, yalnızlığımda kıskıvrak yakaladığında beni, dehşete kapılıyordum. Evliydi o, yaşça benden çok büyüktü. Düşündükçe nefret etiğim bile oluyordu kendimden, nasıl yaparım bunu diye aklımı yiyor ama onu gördüğümde, tüm bunları unutup, gülse de kalbime sular serpilse diye dualar ederken buluyordum kendimi. Kabullenmesi çok zordu ama evet, ona deliler gibi aşıktım. Kalbimde daha önce kimsenin bilmediği bir yer vardı ve o, tam oraya dokunmuştu. Gözümün bebeği kadar değerliydi benim için.
Bu mani olamadığım kıpırtılar, mimiklerimden anlaşılmasından çekindiğim bu hissiyat, beni perişan ediyordu. işlediğim günahın tek sırdaşı yine bendim. aşk gibi bir duygunun günahla karışması beni kendimle çeliştiriyor, aklımı zorluyordu.
Dayanamayarak bu ortamdan da ondan da uzaklaşmak istiyordum fakat gitsem özlüyor, kalsam ölüyordum. işin çok daha kötüsü, onun yüzünde bazen yüzümü görür gibi oluyordum. Odada yalnız kaldığımız zamanlarda bakışlarını üzerimde hissediyor, mosmor olup kaskatı kesildiğimden bakmaya cesaret edemiyordum. Her gece uyumadan önce, o hiç kimsenin bilmediği yerde ağırlıyordum onu... Onun da beni sevdiğini düşünüp hayallere dalıyordum. Biraz sonra kalbimin acıdığını hissediyor, hayallerimi bıçakla kesip kanatarak, saçmaladığımı, onu çok sevdiğim için bu beynimin bana oyun oynadığını düşünüp, yüzlerce defa kendime kızıyor, kendimi çok aptal hissediyor, kahroluyor, hemen yarın işi bırakmak istiyordum. En sonunda böylesi geceler ızdırabım oldu. Bu gecelerin sabahında, işi bırakacağımı yerime bakacak başka birini bulmasını söylüyordum. "Lütfen şimdi olmasın, biraz daha idare eder misin? Yetişecek işlerim var çok yoğunum." Diyordu ve ben işten ayrılamıyordum. Bir süre her şey normale döner gibi oluyor en fazla 1ay sonra yine aynı hisler ve düşlerle yorulup, dayanamıyor yine işten çıkacağımı bildiriyordum ve o yine aynı şekilde "yoğunum lütfen bekle" diyordu.
Beynim bana yeni oyunlar oynuyordu. Bu defa onun beni bilerek göndermediğini düşünüp sarhoş oluyordum, başımı soğuk suya daldırır gibi uyanıp, buna imkan olmadığını, artık kesinlikle uzamaması gerektiğini düşünüyordum.
Yine böyle bir sabah odadan çıkmak üzereydi, Birden ayağa fırlayarak "Hocam!" dedim. Kapıyı açmak üzere olan elini tokmaktan çekti ve o her zaman ki uçsuz bucaksız denizler gibi sakin ve duruşuna bir kahraman ifadesi veren sesi ve beni yakan gülüşüyle "Efendim" dedi. Sesi kalbimin sokaklarında yankılanıyor beni sersemleştiriyordu. Düzgün cümleler kuramayarak ve "ıı ıımmm" diye bağlamaya çalışarak tekrar, işten ayrılmak istediğimi söyledim. Yanıma doğru sanırım bir dakika içinde yürüdü fakat o an bana o kadar uzun gelmişti ki... O yanıma yaklaştıkça alev gibi bir ateş yüzüme çarpıyor, milyonlarca karınca vücudumda hareket ediyor, mideme kramplar giriyordu. "Otur" dedi, duydum fakat çok sonra algıladım ve oturdum. ilk defa bu kadar yakın oturmuştuk, neredeyse dizlerimiz birbirine değecekti. Sanki saniyeler çok çabuk geçiyordu da dakikalar yıllar gibiydi, bu derece karışmıştı beynimdeki zaman mefhumu. Heyecandan nereye koyacağımı bilemediğim ellerimden tutup, diğer eliyle yere bakan yüzümü çenemden yüzünün hizasına kaldırdı, gözlerini gözlerime kilitledi, "Gitme!" dedi ve dudağımdan öptü. Kanımın vücudumda hızla dolaştığını hissediyordum, hızla yerimden fırlamak ihtiyacı hissettirdi bu bana, yüzüm kıpkırmızı olmuştu farkındaydım. Başımı kaldıramıyordum. Ayağa kalkmıştım evet, sanki hızla kalkınca kurtulacak gibiydim ama ayaklarım küçük hareketlerle bir ileri bir geri gidiyordu. Ne yapacağımı bilemeden kalakalmıştım. O da kalkıp önümde dikildi, elimi avucuna alıp öptü ve bir kez daha "gitme" dedi sonra kapıdan çıkıp gitti. Koskoca dünyada yapayalnız kalmış gibi kaldım odanın ortasında. Her yer etrafımda dönüyordu. Az önce yaşananları tekrar anımsamak istiyor fakat heyecanımdan ya bir yerinde takılıyor ya da hızlıca geçiyordum.
Uzun bir süre kaldım öylece. Sonra çok zor kendime gelip koşar adımlarla eve yürüdüm. Evimiz okula çok uzaktı ama nasıl yürüdüğümü şimdi bile hatırlamıyorum. Sanki bir yola saptım etrafımda hiçbir şey yoktu ve o yol beni eve kadar getirdi. içeri girer girmez kimseye selam vermeden girişteki sandalyeye oturdum. Annem, hem geciktiğim hem de suratımda tahmin ettiğim o dehşet ifade için çok telaşlanmıştı. Telaşı yüzünden okunuyordu "Çok hastayım anne" diye feryat eder gibi bir sesle iki üç dakika sonra ancak konuşabildim. Gerçekten çok üşüyordum. Annem koluma girerek beni odama götürdü, hemen uzandım. Annem yanımda "ne oldu kızım, doktora gidelim mi?" diye telaşlanırken ona sadece "uyumak istiyorum" dedim, karmakarışık bir halde uykuya daldım.
Sabah uyanır uyanmaz rüya görmüş olma ihtimalimi düşündüm. Rüya olmadığını fark ettiğimde ise rüya olmasını ne çok istediğimi sonra bu yaşananların aslında bir rüyanın gerçekleşmesi olduğunu düşündüm. Kendimi o kadar tuhaf hissediyordum ki sanki hayalim gerçekleşince anlamını yitirmiş herhangi bir olay oluyordu bazen, bazen de ayaklarımı yerden kesip beni dünyanın en mutlu aşığı yapıyordu. Günlerce odadan çıkmadım. Evimizi telefonla arıyor beni istiyor anneme hasta olduğumu söyletiyordum.
Olanlar hakkında tek bir açıklama yapmadan üzgün ve perişan bir halde odamdan çıkmayışım annem ve babamı çok üzüyordu. Babam hasta yatağında konuşamadan ve kımıldayamadan bana "iyi ol artık kızım" der gibi nemli gözlerle bakıyordu. Babamı bu halinde daha fazla üzmemeliydim, okulla ilişkimi kesmiş derslerin çoğunu kaçırmış ve devamsızlığımı arttırmıştım, bu okulu kazanmak için girdiğim zahmetleri hatırlayıp kendime gelmeliydim. Artık ne olursa olsun okula gidecek, odasındaki eşyalarımı toplayacaktım ve onu her gördüğümde yüzümü çevirecektim. Karar vermiştim artık, kararını vermiş ve yolunu çizmiş herkes gibi kendimi daha güçlü hissediyordum. Olacaklarla mücadele etmek için cesaretliydim artık.
Dersinin olmadığı bir sabah erkenden okula gittim. Odanın kapısını anahtarlarımla açmak için yöneldiğimde zaten açık olduğunu fark ettim, şaşkınlığın refleksiyle kapıyı açtım. Kafamı kaldırdığımda onu masasında otururken buldum. Hem şaşkınlıktan, hem utancımdan dehşete kapılıyordum. Titreyen sesimle "Özür dilerim hocam," diyerek elimle oturduğum masayı gösterdim "eşyalarımı alacaktım" Pencereden dışarıya bakıyordu. Göz ucuyla yüzüne bakmaya cesaret gösteriyordum ve ne düşündüğünü bu saniyelik anlarda çıkarmaya çalışıyordum. Kızgındı bana sanırım... Evet, çok kızmıştı. "Alabilirsin tabi" derken bile sanki serzenişte bulunuyordu, "alabilirsin" derken sanki sonunda "sana çok kırgınım" demek istiyordu. Hayatımda hiç olmadığım kadar tedirgin bir şekilde iki üç parçadan oluşan eşyalarımı aldım. Bu çok kısa anda aklımdan çok şey geçiyordu. Ben de ona çok kırgındım, ben ondan karşılık beklemiyordum, bana karşılık vererek rüyamı bozmuştu. Bütün olanları unutabileceğimi düşündürmesini temenni ettiğim bir gülüşle elimi uzattım, "hoş çakalın hocam, her şey için çok teşekkür ederim." dedim. Gözlerimin içine baktı "Ben teşekkür ederim." Dedi. Yine anlar saatler sürüyor gibiydi. O süre boyunca tutuğu elimde atıyordu kalbim, bir süre öylece kalakalmıştık ikimizde. Birden silkinerek, elimi ateşe dokunmuşçasına elinden çektim. Kapıdan çıkarken kelimeler beynime hızla hücum ediyordu. Bütün bu kelimelerin arasından seçilmiş sihirli bir cümleye çok ihtiyaç duydum. Öyle bir cümle kurmak istedim ki tüm hissettiklerimi anlatabilsin... fakat öyle bir cümle yoktu. Yaşadığım hüzün hareketlerimi yavaşlatmıştı, dışarı çıktım. Bahçedeki bankta bir süre oturdum. Az önce odadan aldığım ajandamı amaçsızca karıştırırken düşünüyordum, birden ayaklarımın ucuna bir kağıt düştü. Merakla eğilerek aldım ve okudum:
"...Seni ilk gördüğümde, o biraz şaşkın ve tedirgin halinle duruşun içimi ısıtmıştı sana. Öyle temiz bir yüzün vardı ki sadece işim için aradığımı bulduğumu düşündüm. Karşı masada problemlerin etrafında kuş gibi çırpınışını ayrı bir haz ile izliyordum. O masada oturmadığın zamanlarda seni özlediğimi fark ettim, sonra kanımda dolaştığını..."
Yüzüm kıpkırmızı olmuştu. Sanki okuduğum satırları o bana değil ben ona yazmıştım. Beni bana anlatıyordu.
"...zaman geçtikçe sana hayranlığımın mecburluğumun arttığını hissediyordum. O kadar korktum ki fark edeceğinden. Fark edersen kim bilir neler düşünüp incinecektin. Şartlarımıza bakıyordum hiç olacak bir iş değildi. Senin, konumum ve yaşımdan dolayı senden istifade edebileceğimi düşünme ihtimalin beni çılgına çeviriyordu. Fakat izledim seni. Yüzün başka yerlerde ben sende, öyle çok zaman geçirdik ki bu odada. Senin kalbinin kuş gibi çırpındığını da o zaman gördüm ve sanırım beni bu cesaretlendirdi, o gün için. Hiç pişman değilim. Sana aşığım ben, ikinci baharısın ömrümün... Dışarıdan nasıl göründüğü kimin ne diyeceği umurumda değil. Beni bir anda 20li yaşlarıma götüren gülücüklerinle gözümün içine bakıp benimle bu yolda, elimi tutarak yürümeni istiyorum."
Mektup burada bitiyordu. Onun elinin değdiği bu satırları ona sarılıyormuş gibi bağrıma bastırdım. Gözlerimi odanın penceresine çevirdiğimde pencereden bana baktığını gördüm. Artık öyle yorgundum ki gözyaşlarımı gözlerimin içinde sıkmaktan ve... dayanamamıştım. Sanki büyük bir zafer kazanmış gibi gözyaşlarım gözlerime hücum ediyordu, koşup ona sarılmak istiyordum. Bir yanımsa bu şehirden kaçıp gitmek istiyordu. satırlarını tek tek aklımdan geçiriyordum. Bütün bunlar aklımdan geçerken gözlerimi ayıramıyordum ondan. Oda bana bakıyordu. Aradaki mesafe çok uzak olmasına rağmen yüzündeki endişeyi görür gibi oluyordum. Gidip ona sarılmak saatlerce başımı göğsüne koyup ağlamak istiyordum. Birden yerimden kalktım ve hızlı adımlarla odaya koştum. Çok hızlı hareket ediyordum. Yavaşladığım anda vazgeçip geri döneceğimden çok emindim. Tam kapıyı açacağımda karşımdaydı. Hiçbir şey söylemeden sarıldım. Dünya durmuştu. O kadar mutluydum ki mutluluğun bundan sonrası ölüm olsa gerekti. Başım göğsünde sarılıp ağladım. Gözyaşlarımı silip yüzümü ellerinin arasına alıp öptü ve "ömrüme hoşgeldin baharım" dedi.