Güneş yüzüne doğru vuruyorken, denize karşı çaresizce oturmuştu. Elinde ki yüzük düşüverdi. Alıp gömleğine sildi tozunu. Sonra sessizce rüzgârı ve denizi dinledi. Dalgalar kıyıya sert bir şekilde çarpıyordu. Rüzgâr yedi yabancı gibiydi. Martılar olabildiğince özgür...
Gözlerinden birkaç damla yaş süzülmeye başladı. Yılların yorgunluğunu hem kalbinde hem bedeninde hissediyordu. Şimdiye kadar istediği hayatı yaşayamamanın verdiği üzüntü, hep aklının bir yerinde kalan; evliliğinden dolayı uzak kaldığı siyasi mücadelesi, her türlü cömertliğine ve mertliğine rağmen kıymet bilmeyen akrabalarının nankörlüğü, kardeşlerinin hastalığı, çocuk yaşta annesini genç yaşta babasını kaybetmiş olması, hiçbir zaman olmayan o huzur dolu bahçeli ev... Hangi birine ağlamalıydı?
Bekâr olan hasta kardeşine diğer kardeşlerinin bakmadığını, üstüne bir de zulüm ettiğini duyduğu zaman koşar adım Ağrıya gitmiş; kendi yanına getirmişti kardeşini. Ailesi ile beraber senelerce hizmet etmişti. Yemeğini yedirmişler, banyosunu yaptırmışlar; rahmetliyi tertemiz bir şekilde cennete uğurlamışlardı. Ne yapmadı ki kardeşleri için Aklına geldikçe yaşlar daha hızlı süzülmeye başladı. Ölen kardeşinin mezarını senelerce yaptıramamıştı. Altı üstü etrafına bir demir çevirecekler ve çiçekler ile süsleyeceklerdi. Ama ah gözü kör olasıca parasızlık! Öyle lanet bir şey ki şu parasızlık; olmadı mı dostun selamı da kesilir.
Kuyumcuda -Mayıs 2010
- Şimdi son ne kadar verirsin sen bu yüzüğe onu de bakalım?
- Vallaha ağabey son diyeceğim odur.
- Peki. Ne yapalım. Kaderde yüzüğü satmakta varmış.
Hızla çıktı kuyumcudan. içinde anlamsız bir sıkıntı, yüzünde tedirginlik vardı. Az evvel karısının yüzüğünü satmıştı. Ama söz vermişti; Daha güzelini alacağım ben sana...
Kadında üzüldü. Ama elinden geldiği kadar belli etmemeye çalıştı. Eşinin üzülmesini istemiyordu. Zaten bütün ailenin yükünü almıştı omzuna. Bir de surat mı yapacaktı bir yüzük için? Önemli olan kalbinin bağı değil miydi? Olmasa ne olurdu bir yüzük? Hem daha iyisini alacaktı eşi. Söz vermişti.
- Bugün de karnımız doydu çok şükür. Kimseye borcumuz da yok. Şimdi sen bir çay demledin mi bize değme keyfime...
Yer sofrasını topluyordu kadın. Mutfağa girince küçük tüpün altını yakıp çay suyunu koydu. Su kaynayana kadar da bulaşıkları yıkayacaktı elinde. Eşinin keyiflenmiş olması onu da mutlu etmişti. Mutlu olmak parayla değildi. iyi ki de değildi. Yoksa mümkün değil alamazlardı.
Sahilde - Temmuz 2011
Her şey düzelecek diyordu eşi. Ne kadar da çok umut vardı bu cümlenin içinde. Her seferinde Her şey mi? diye sorardı adam ve yine aynı kararlı cevabı alırdı. Her şey. Kaybettiği, üzerine toprak attığı, başucuna çiçek koyduğu o mezarda sadece hayat arkadaşı yatmıyordu. Orada yatan adamın bir ömürlük umuduydu. Hiç yitmesin, hiç gitmesin dediği umudu... Elinde ki yüzük düşüverdi. Alıp gömleğine sildi tozunu. Sonra sessizce rüzgârı ve denizi dinledi. Dalgalar kıyıya sert bir şekilde çarpıyordu. Rüzgâr yedi yabancı gibiydi. Martılar olabildiğince özgür...