Bir şeyin farkına vardım, çok şaşırdım: Yetmişli yıllarda öldüğü için Oğuz hep uzun saçlı ve uzun sakallı kalacak! Tıpkı, on dokuzuncu yüzyıl ortalarının Fransız yazarları gibi.
Sonra moda değişti, biz saçları kısalttık, kimimiz dazlak bile gezer olduk ama o, hep uzun kıvırcık saçlı, ceketi geniş yakalı, daha doğrusu kazağı boğazlı, paçası bol bir adamdır.
Sonra bir şeyin daha farkına vardım, daha da çok şaştım: Oğuz öleli yirmi sekiz yıl...
Kısık sesi kulağımda. Oğuz Atay'dan sözediyorum.
Hani hocaların (aslında yalnızca edebiyat öğretmenlerinin) kıçında dolaşan, ötekilerden daha bir 'iltifata mazhar' öğrenciler vardır, 'dost-öğrenci' tabir edilir, bizim de Oğuz'la ilişkimize 'dost-okur' ilişkisi demişler. Benden on sekiz yaş büyüktü.
Kırk üç yaşında öldü. Bu arada ben onu geçtim, elli üçe geldim. O da şimdi yetmiş bir yaşında olacaktı...
Onu yetmiş bir yaşında hiç düşünemiyorum. Mümkün değil. Galiba yetmiş bir yaşında olmayacak, olamayacak bir adamdı.
Hemen her büyük yazar gibi, sağlığında anlaşılamadı. Türkiye onun on yıl kadar gerisinden gelmekteydi çünkü.
Solcular burun kıvırdılar, yok saydılar. O zamanlar Türkiye'de kültür-sanat ve de hele edebiyat, solcuların tekelindeydi. Oğuz'un erken ölümünde, anlayışsızlık, ilgisizlik, kayıtsızlık, hatta çekememezlik, kıskançlık duvarlarına çarpmış olmasının payı büyüktür.
Mafyaları, çeteleri sevemedi, onlarla anlaşamadı. Edebiyat çeteleri de onu sevmediler.
Edebiyat tarihçisi ve araştırmacı Yıldız Ecevit, Oğuz Atay'ın biyografisini yazmış. Üzerinde çok uzun zamandır çalışıyordu, büyük emek verdiği belliydi. Hem bir yaşam öyküsü, hem de eserleri üzerine kapsamlı bir değerlendirme olmuş. Hacimli bir kitap bu (enteller 'oylumlu' derler)... Ülkemizde bu çapta kitaplar az yazılıyor. Bir bakıma, bana hocam Tahir Alangu'nun o muhteşem Ömer Seyfettin biyografisini hatırlattı.
Oğuz Atay'ın eserlerini okuyunuz. Çok seveceksiniz. Boktan boktan aşk yazarlarını okuyacağınıza bu büyük yazarımızı okuyunuz.
Hayranları da hemen kitapçıya koşsunlar, Yıldız Ecevit'in 'Ben Buradayım... Oğuz Atay'ın Biyografik ve Kurmaca Dünyası' adlı çalışmasını alsınlar. Yutar gibi, keyifle okuyacaklar.
Ben de içine daldım, aldım başımı, eski günlere gittim. Oğuz'un hayatta olduğu, bugünküne hem benzeyen hem de hiç benzemeyen eski ve farklı bir Türkiye'ye. Göbeğimin taşmadığı, tansiyonumun olmadığı, prostatımın sıkıştırmadığı bir döneme. Oğuz'a moruk gözüyle baktığım gençlik günlerime.
Yıldız Ecevit'in kitabının birçok yerinde o eski Engin'i buldum. Sağolsun bizi de adam yerine koymuş, Oğuz'un hayatında geçtiğimiz kadar sözümüzü etmiş.
Bir öyküsünde, babasına yazdığı bir mektup şeklinde kaleme aldığı bir eserinde, 'ne yani babacığım' demişti, 'ben de senin gibi ölecek miyim?'
Ercan Arıklı beni işten kovduğunda, ben de Nokta Dergisi'nde yazdığım son yazılardan birinde, Oğuz'un ölüm yıldönümüne denk getirdiğim bir yazıda 'ne yani Oğuz' demiştim, 'ben de senin gibi ölecek miyim?'
Sevgili dostum Sefa Kaplan çok korkmuş, aman herif intihar mintihar etmesin?
Yok, o ara ölmedim, asıl ondan sonra yaşadım.
Fakat şimdi merak ediyorum, acaba bu kez de Arda Uskan'ın hazırlamakta olduğu Ercan Arıklı biyografisinde nasıl geçeceğiz? Geçecek miyiz? Küfür mü edecek, yoksa hepten yok mu sayacak?