-Bebeğinin kanı Bu kadar basit! Sadece onun pak kanı
-Anlaşıldı efendim!
Adam, bebeğin boynuna, esaslı bir kasatura darbesi indirdi. Bebeğin başı, boynundan merhametsizce ayrıldı: Hiç arkasına bakmadan. Kan, gecenin boğuk siyahını karamsar bir kırmızıya buladı.
Yıldırımın esmer teni, siyah kıvır kıvır saçları ve kömür siyahı boncuk gözleri, bu boğuk siyahın perdesinden rahatlıkla faydalanıyordu. Korkuyla izledi, iki adamın havada oluşturduğu ebruliyi! Eşi haklıydı; Muşta, vardı
Şeytan, Zehir adını verdiği yüzükler var etti. Yeryüzüne azami kötülük yayma hülyalarındaydı. Bu yüzükleri, kötülüğü putlaştırmış kaybetmişlere bağışlıyordu. Bu kaybetmişlere de Muşta, diyordu. Muştalar, yüzüğün ucundaki iğnede var olan, sonsuz kötülük esansını iyiliği putlaştırmış inanmışlara batırıyordu. Böylece daha fazla kötülük Ve daha fazla kötülük
Tanrı, bütün bunları da test olarak gördü. Elleşmedi, izlemekle yetindi. Elbet kötülüğe hizmet edenlere azap, iyiliğe secde edenlere vahap vardı.
Yıldırım, beyninin uzun belleğine kaydettiği resmi hatırlayarak, salınıyordu sokaklarda. Ellerini, siyah polarının cebine koydu. Kafasını kaldırımla empatik öne düşürdü. Kapalı dükkânların tabelaları, loş bir gölge indiriyordu bedenine. Eşinin söylediklerini çıkarıyordu bir bir, aklının odalarından. Eşi ona, şeytanın hain; ama küstah planını anlatmıştı. Şeytan eşini de Muştalara dâhil etmek istemişti. Üstelik Muşta olabilmek için, kötülüğü putlaştırmış bir kaybeden olmak gerektiğini de söylemişti; ama ne gibi bir kötülük yapmıştı ki? Neyi kaybetmişti? Zihnini kurcalayan soruların cevabını arıyordu.
Eşini öldüren de büyük ihtimalle: Şeytan yâda ona hizmet edenlerdi. Muşta olmayı katiyen reddetmişti eşi. O gün, ay yüzünü göstermeden ellerine düşmüştü cansız bedeni. Ne pahasına olursa olsun, öğrenecekti bu kaybetmişliği. Cansız bedenin öcünü almak ve kötülüğün sebebini öğrenmek Bunu yapabileceği tek yöntem ise: Muşta olmaktı.
Yıldırım, kafasını kaldırdı; karşıdan gelen sarışın güzel bayanın, fermuarı açık sırt çantasına bıraktı bombayı. Bu sarışını, gittiği bir barda görmüştü. Konsomatris kız, birkaç adımlama sonrasında varacaktı o bara. Vardı da
Yıldırım telefonunu aldı kederli ellerine. Ölümü aradı. Aramayla birlikte bomba arz-ı endam etti gökyüzünde. Şarapnel parçalarına, et parçaları eşlik etti. Gene kırmızı, gene siyah, gene ebruli
Yüzünde tebessüm belirdi, genç adamın! Hedeflediği gibi, onlarca insanı gönderdi meleklere. Kaybetti masumiyetini. Artık o da bir kaybedendi.
Sabah uyandığında Zehiri yüzüğü- buldu başına paralel komodinde. Hedeflediği gibi Muşta olmuştu artık.
Eşinin anlattığı üzere: 2 Muşta birbirine ters düşerse, Muştalık düşecekti. Azami kötülük sona erecekti. insani kötülük kalacaktı geriye. En önemlisi: Biricik eşi ne kötülük etmişti yahu? Bu soruyu sormak için, şeytanı karşısına alması gerekiyordu.
Gece yarısı olduğunda, tekrar parselledi sokakları. Yüzük, dün geceki Muştaya çekiyordu onu; zihnini etkiliyordu. Caddeyi boydan boya geçtikten sonra, köşeden dönen Muştayı gördü. Ara bir sokağa girmişti. Yıldırım, sadık bir gölge gibi tamda dibindeydi. Tekinsiz sokağın, sessiz atmosferindeki bir çift ayakkabı sesini, çekti çıkardı Muştanın kulakları. Arkasını döndüğünde, Yıldırımın sol işaret parmağındaki Zehiri gördü: Senin ne işin var bu bölgede? dedi. Yıldırım tersledi: Hepimizin azabına müşkül olmaya geldim diyerek. Yıldırım, Muştanın tedirgin suratına, kendi suratından bir tebessüm selam etti! Yüzüğün ucundaki iğneyi, Muştanın teniyle buluşturdu. Anbean, yüzükler toz olup ufalandı: Aheste aheste. Muştalık düşmüştü.
Yüzük tozu kokusunu, içine çekti Yıldırım. Gururla arkasını döndü. 1 metre kadar ileride, bir çift kırmızı göz gördü; öfkeli, intikamcı, hesapçı
-Tam da hayallerdeki gibisin: Alabildiğine kırmızı, alabildiğine öfkeli!
-Hayallerindir, seni ölüme denk getiren.
-Alabildiğine Şeytan!
-Azami kötülüğümü yerle yeksan edip, hayatına devam edeceğini sanıyordun demek?
-Sanmak, ummaktır. Benim umduğum ise iki şeydi: Biricik eşimin intikamını almak ve hangi kötülüğü yaptığını öğrenmek.
-Sen hâlâ biricik eşim mi diyorsun, kibirli bir kıkırdamayla- hah, dedi! Seni aldatan karına? Hah!
Yıldırım, öfkeden mantığına elveda dedi. Doğru muydu bu? Gözleri titreyerek, bir iki damla gözyaşı saldı yanaklarına!
-Lütfen! Yalan olduğunu söyle! Yalvarırım
-Oradan, sana yalan söylemeye muhtaç olduğum gibi bir görüntü mü görüyorsun? Asla! Ben kaybedenleri alırım yanıma. Senin karında kaybetti! Masumiyetini kaybetti! Onun suçu: Kocasını aldatmak ve sevgilisini öldürmekti.
Yıldırım, nemden Şeytanı göremeyerek, başını öne eğdi: Sevgili?. Umutsuz bir şevkle koştu, caddenin ortasına. Koca bir vesselam, dedi hayata. Hayat da uğurladı onu. Toprağını bol tutarım diye de söz verdi.