pink floyd

entry893 galeri video4
    140.
  1. pink floydun bütün albümleri şaheserdir ve genelde hepsi birbirleri arasında eşleri vardır ki bunlar grubun dönemlerini yansıtır:

    grubun ilk albümü olan piper at the gates of dawn grubun 60larda çıkarmış olduğu singlelarle eşleşir ve birbirlerine benzer. grubun psychedelic dönemlerine tekabül eder ve şarkıların melodileri biraz daha çocukçadır ki bu da syd barretin kişiliğini gösterir -çünkü o dönem lider ve söz yazarı odur- ve onun efsane olmasındaki başlıca nedenler arasındadır.

    2.albümleri a saucerful of secrets ve 3. albümleri ummagumma benzerlik gösterir. 2. albümde syd barret olsa da lider değildir bu sefer çünkü asid yüzünden hastalığı şiddetlenmiştir ve roger waters sözyazarlığına başlamıştır. gruba yeni katılan ve en genç eleman olan david gilmour ise syd barretten çok iş yapıyormuş gibi görünmek istememekte ve bizi o sololarından az da olsa mahrum bıraksa da albüm çok dinlendirici ve huzur vericidir. bu son iki özellik ummagummada da vardır. fakat syd barret ve çocuksuluk artık belirgin değildir. grup psychdelic alanında aşmışlığını gösterir bu albümde ve kendi şarkılarını da coverlamışlardır yine bu albümde. ve albüm grubun en deli en çılgın en baş döndürücü albümüdür. bu 2 albümde de richard wright klavyeyi konuşturmakta ve ana soloları genelde o atmaktadır. gruba o dönem psychdelic özelliğini katan ana unsurdur wright. roger waters da bass gitarı lead instrument gibi çalmaktadır.

    1969 yılındaki more adlı soundtrack albümü eşleşmeyen tek albüm denebilir. ama atom heart motherın sinyallerini verir çünkü grup artık psychedelic olmaktan çıkıyordur. ama yinede ummagumma soundunu veren şarkılar mevcuttur. ayrıca 2 tane erken metal dönemlerinde sayılabilecek şarkısı mevcuttur. bunlar büyük ihtimalle grubun en sert şarkılarıdır.

    ardından gelen atom heart mother ve meddle albümleri genel olarak benzerler. ikisinde de 20 küsür dakikalık senfonik rock şarkılar vardır ve son derece başarılıdır ve 2sinde de genel olarak bilinen pink floyd soundundan uzak şarkılar vardır. grup artık daha çok progressive müzik yapmakta ve şarkılara değişik efektler katmaya başlamıştır. ama tamamen psychdelic öğeleri bırakmıştır diyemeyiz. david gilmour gruba ısınmış ve gitarını gerçekten konuşturmaya başlamıştır. meddle albümü pink floydun en iyi olduğu döneme sinyaller vermektedir. ayrıca waters beyninde kurduğu empatiyi sözlerine yansıtmaktadır ilk defa ve grupla bütünleşecek olan sen bensin ben de senim sloganı söz olarak geçmektedir echoes başyapıtında.

    meddledan sonra çok da bilinmeyen ama grubun en güzide dönemlerine denk gelen dark side of the moonla benzerlik gösteren albümü vardır sırada. obscured by clouds. grubun zaten beyni olmuş olan roger waters bestekarlığını konuşturmaktadır ve grubun müzikalite açısından en başarılı dönemidir bu dönem. obscured by clouds waters tarafından konsept albümü olarak tasarlanmış ama soundtrack olduğu için gerçekleşememiştir ve yine aynı nedenden çok duyulmayan hakkı en yenen albümüdür. dark side of the moon ise grubun, bütün dünyada dönemin en iyi grupları arasında sayılmasına neden olmuştur ve herkes tanımaya başlamıştır grubu. albümün başarısı şarkıların herkese hitap etmesi melodi bakımından çok geniş ve zengin olmasından kaynaklanmaktadır. bu başarının arkasındaki en büyük mimarlardan birisi de alan parsondır.

    wish you were here ve animals müzik olarak çok benzemese de birbirlerine, eşleştirmek gerekirse birbirleriyle eşleşirler ve 2side pink floydun aynı dönemindedir. çünkü 2sinde de grubun söz yazarı roger waters birilerine veya bir şeylere mesaj vermek amaçlı yazmıştır sözleri. ve albümler işledikleri tema açısından kendi içinde bütünlüğe sahiptirler. wish you were here da grup en çok bilinen wish you were here ve shine on you crazy diamond şarkılarını yapmışlardır. özellikle animals albümünde talk box denilen icat kullanılmıştır dünyada ilk defa pink floyd tarafından. bu da grubun progressiveliğini bir kez daha kanıtlamaktadır bize. wish you were here tamamen syd barrettı anlatmasına karşılık animals tamamen politiktir ve roger waters artık iç çatışmalarını daha çok dökmeye başlamıştır.

    70lerde grubun başarısı ne kadar arttıysa içindeki tartışmalar da o kadar artmıştır. waters artık tek söz yazarı konumunda görmektedir kendisini ve grubun diğer elemanları da bundan memnun değildirler. roger watersın içindeki çatışmalar çok artmış ve sözlerinde de artık bunu yansıtmaya başlamıştır. işte the wall bunun ürünüdür. albümde ve filminde geçen pink floyd roger waterstır aslında. albüm çok başarılı olmuştur ve yine eğitim sistemine veya 2. dünya savaşına gibi konulara göndermeler vardır albümde. roger waters tamamen içini dökmüş ve bunalımlı dönemlerinin ürününü ortaya koymuştur. grup roger watersın şahsi menfaatlerini gözetmesinden hoşnutsuzdur ve çok başarılı olsa da kavgaların da çok olduğu bir albüm olmuştur the wall. waters grup elemanlarına pek kulak asmamış kendi isteğini yapmaya devam etmiştir çünkü barrett sonrası pink floyd ruhunu kendisinin oluşturduğunun farkındadır ama bu ruhu o kadar çok ön plana çıkarmıştır ki müzikaliteyi arka plana atmaya başlamıştır. diğer grup üyeleri bunu dile getirdiklerinde ise onu kıskandıklarını düşünmüştür. albümden sonra rick wright dayanamayıp gruptan ayrılmıştır. çünkü waters sonraki the final cut albümünde the wall mantığını devam ettirmiştir. gruptaki tek sözsahibi odur. pink floyd ruhu artık ön planda olan tek şeydir ve bu ruh artık roger waters ruhuna dönüşmüştür. sözün müzikten önemli olduğunu düşünen waters müzikaliteyi iyice arka plana atmıştır. albüm ne kadar beğenilmese de çok başarılı bir albümdür normalde. birçok özellik bakımından bu 2 albüm birbirine çok benzemektedir. hatta the final cut, the wallun devamı niteliğindedir.

    pink floydun roger watersın kendi projesi olmaya başladığını fark eden gilmour ve nick mason gruptan ayrılarak dağıtmışlardır grubu. fakat richard wrightı da çağırarak albüm yapma kararı almışlardır. watersla kavgalı olan grup elemanları onu almayarak pink floyd adı altında yeni ve gayet başarılı bir albüm yaratmışlardır. albümün piyasadaki başarısı çok iyidir ve müzikalitesi de oldukça yüksektir. a momentary of lapse of reason albümünü yaparken david gilmour, waters olmadan pink floyd ruhunun kaybolacağını fark etmiş bu yüzden o ruhu yakalamaya çalışmıştır. bunu son albümünde de deneyen gilmour o ruhu tam olarak sağlayamamıştır. grup sözlerle değil de etkileyici melodilerle yakalamaya çalışmıştır o ruhu. melodilerle bazı şarkılarında yakalamış olsalar da söz ve genelde besteler de roger waters eksikliği fark edilmektedir.bu eksiklik watersın bass çalışından da kaynaklanıyor olabilir çünkü o zamanki pink floydla çalan bassçının stiliyle watersınki çok farklıdır. yine de gayet başarılı bir albümdür bu albüm ve tabi ki dönem de öyle. çünkü gilmour ne kadar pink floyd ruhunu gitarıyla yakalasada sözlerle tamamen yakalayamamıştır. ardından gelen the division bell bu ruha daha yakındır ve müzikalitesi daha yüksektir. yine de high hopes şarkısı grubun en etkileyici şarkıları arasında sayılmaktadır.

    live 8 konserinde tekrar bir araya gelen bu 4 insanüstü varlık ilerleyen yaşlarına rağmen birleşirler mi bilemeyiz ki çok zor bir ihtimal gibi gözüküyor fakat hepimiz dileriz ki birleşsinler...
    1 ...