şüphesiz ki bayramların en zoru, en anlamsızı, en mutsuz geçen bayramıdır.
20 küsür yıllık hayatınızda, her bayram yaşanan monoton şeyleri artık yapmazsınız.
bayram sabahı anneniz yanınıza gelir ve sizi uyandırmaya çalıştırır. oysa siz dün gece sabaha kadar oturmuş ve ezandan az önce uyumuşsunuzdur. bunu bilmeyen ya da bilmemezlikten gelen anneniz sizi hunharca yöntemlerle uyandırır. *
güç bela uyanırsınız, yüzünüzü yıkarsınız. babanız çoktan namaza gitmiş ve ön saflardan yerini almıştır. siz de üstünüzü başınızı giyinip çıkarsınız cami yollarına. camiye vardığınızda sokakların bile dolu olduğunu görürsünüz. sonra sokağa serilen pikelerden boş bir yer gözünüze kestirirsiniz ve oturursunuz. yıllardır hala bayram namazını önündeki takip etmeden kılamayan bünyeniz, yanındakine ve önündeki bakarak, onun yaptıklarını yaparak namazı bitirir.
ardından yoldaki fırından 2 sıcacık ekmek alırsınız ve evin yolunu tutarsınız. anneniz çoktan güzel bir kahvaltı hazırlamıştır. ablanız-kardeşiniz sofrayı hazırlamakla meşguldür. içeri girersiniz ve annenizin elini öpersiniz. o sizin alnınıza sıcacık bir öpücük kondurur. kardeşinizle-ablanızla bayramlaşırsınız...
az sonra balkondan bakarken babanızın geldiğini görürsünüz. sağıyla soluyla selamlaşarak bayramlaşarak eve gelmektedir. dağ gibi babanızı şöyle bir süzersiniz, içiniz cız eder baktıkça.
kapı çalar ve evin babası içeri girer. siz ve ailenizin tüm bireyleri kapının ağzında beklemektedir. tek tek babanın eli öpülür ve bayramlaşılır. harçlıklar cebe indirilir tabiiki.
ve hep birlikte kahvaltı sofrasına geçilir. gırgırla şamatayla geçen kahvaltıdan sonra ziyaret ve misafir ağırlama olayı başlamıştır, asıl maraton odur işte...
evet, ilk kez ailemden uzaklarda ve onlarsız bir bayram geçiriyorum. benim için bayramın hiç önemi yok, annemin babamın elini öpmeden geçirdiğim bir bayramın benim için önemi sıfır.
özlüyorum, ancak hayat şartları denilen lanet şey bunu dayatıyor bana.