siz dünyayı kurtarın bende nasıl kurtardığınızı yazayım lafı bukowski'nin kısa bir özeti gibidir herhalde. onun dünyaya ve olaylara bakışı en iyi kendi sözüyle anlam bulur. toplumun hep kıyısında köşesinde yer tutmak, düzen diye adlandırdığımız her şeyin uzağında dolaşmak, tüm değer yargılarımızı fütursuzca hiçe saymak, nihilizmin derin sularında gezinmek, her daim marjinal olmak ve tüm alışkanlıklarımızı, sıkıcı yaşamlarımızı protesto edip onlara okkalı bir küfür savurmak, en nihayetinde içmek,içmek,içmek...işte size charles bukowski ya da kendinin hoşlanacağı şekliyle at yarışı ve seks düşkünü, alkolik yazar hank.
almanya doğumlu bukowski iki yaşında ailesiyle beraber gelir amerika'ya ve hayatını geçireceği los angeles'a yerleşirler. okuldan sonra ülkeyi dolaşmaya ve hayatını ikinci sınıf işler yaparak kazanmaya başlar.yazma sevdası da gençlik yıllarında ortaya çıkar. yazmaya çalışırken ölümüne açlık çektim der. ona göre yazar olmak; enfes güzellikte bir kadınla sevişip üstüne para almak gibi bir şeydir. ama hiçbir yazdığının yayınevleri tarafından yayınlanmaya değer bulunmaması ve her şeyin kötüye gitmesiyle yazmayı bırakır ve bir barfly olarak yaşamaya başlar.ta ki bir gün karaciğeri iflas edip öldü diye kendisini los angeles'da bir hastanenin düşkünler koğuşunda bulana dek.kendi deyimiyle "içmek her sabah dirilinebilen ve her gün tekrarlanabilen bir intihar şeklidir". doktorların ameliyat olmazsan ve tek bir yudum dahi içersen yaşayamazsın demelerine rağmen ameliyat olmayı reddeder. hastaneden çıkar çıkmaz ilk işi ise bir bara gidip kaldığı yerden devam etmek olur. daha sonra ise bir daktilo alıp yazmaya yeniden başlamak. nihayetinde hayattayken basılan 45 kitap ve bir senaryo ile gönüllerimizde sarsılmaz bir yer edinir.