Barfly Bukowski'nin otobiyografik hikayesidir. Geçiyorduk uğradık misali bir barfly olarak yaşadığı yıllara geri döner ve hayatından ufak bir kesit görürüz. Ufak ama eğlenceli, bir o kadarda trajik ve ümitsiz bir buçuk saatte tüm bir yaşamı özetler biçimde Chinaski'nin öyküsüne bakarız. Her akşam uğradığı, sıklıkla barmenle sıkı kavgalara tutuştuğu ama istinasız körkütük sarhoş olduğu Golden Horn isimli barda başlayan ve yine orda biten hikaye de Bukowski'ye Mickey Rourke can verir. Rourke'un da hayatının rolüdür belki de bu. Bukowski dahi hayran olur bu ayyaşa. Çekimlerde sürekli bulunan yazarın filmin yapım aşamasını anlattığı ve en az film kadar ilginç Holloywood adlı kitabında şöyle der: "Odanın kapısı açıldı ve Jack Bleddose yalpayarak içeri girdi. Tanrım genç Chinaski'ydi bu. Bendim. içimde ince bir sızı duydum. Gençlik orospu çocuğu nerdesin. O genç ayyaş olmak istedim tekrar. Jack Bleodose olmak istedim ama birasını yudumlayarak köşede dikilen moruktum ben." Rourke'da gençliğini görmüş ve özlemle hatırlamıştır.
ilk başlarda Bukowski'yi oynayacak oyuncu olarak yakın dostu Sean Penn düşünülmüş ama Penn'in filmin yönetmeninin Dennis Hopper olması yönündeki ısrarı nedeniyle vazgeçmiştir. Sean Penn bugün filmde bulunamadığına çok üzüldüğünü ve yaşlı dostunun filminde muhakkak olması gerektiğini söyler. Bukowski'nin 94 yılındaki ölümünden sonra çektiği Crossing Guard filmini ona adar.
Bir sahnede Bukowski'nin kendisini de görürüz. Tabi ki barda birasını içmektedir. Kendi hayatını anlatan filmde barda oturan bir barfly olmuştur. Filmde barda demlenen tüm ayyaşlar yönetmenin uzun süre barları dolaşıp bulduğu gerçek barflylardır.
Alkolik seksi ve birazda Chinaski'nin dişisi tavrıyla Vanda'yı canlandıran Faye Dunaway'de unutulmaz bir kompozisyon çizer. Hatta barda bir kadınla kavga edip fena halde benzettiği sahnede Hank'i dahi sollar. Bakımsız ve kaçık haliyle dahi Dunaway çok etkileyicidir. Ayrıca "bir ellilik viskiyle gelen herkesle yatabilirim" diyecek kadar da açıksözlü.
Atilla Dorsay film için şöyle der: "Bizlerden beklenileceği gibi lanetli bir sanatçı portresi çizip bizi sanatçının kaderi üzerine düşüncelere çağırmıyor. Hayır tam tersine hafif akıcı nerdeyse şen bir filmle karşı karşıyayız. Seyircide uyanan daha çok bir gülme isteği oluyor. Ama kuşkusuz acı buruk bir gülmek bu. Çünkü bar kelebeği üstüne basarak olmasa da bizlere özellikle kitlesel davranış biçimlerine uymayan toplumdışı marjinal sanatçı kişilikleri üzerinde oldukça iç burucu bir görünüm getiriyor. Kimse bir yoksul denli ızdırap çekemez veya sürekli olan tek şey nefrettir diyebilen bir kişiyi bağrınıza basanız geliyor iğrenme duygunuzu yenerek. Çünkü bir kez daha Chinaski /Bukowski / Rourke kişselliğini- bireyselliğini gönlünce yaşamak isteyen yaşam denen şeye boş vermiş sançtı kişiliğinin unutulmaz bir simgesi haline geliyor perdede. Bar kelebeğini kendi adıma tüm marjinallere adamak istiyorum."
Evet tüm marjinallere ya da tüm ayyaşlara adanabilecek bir filmdir bu. Bukowski'nin özyaşamsal hikayesi Schroeder'in elinde tam da olması gereken gibi olmuştur. Ne biraz fazla ne biraz eksik görünür göze. Bu yazar olmaya çalışan, yaşamın kenar uçlarında gezen, sürekli içen ve sabah ilk işi kusup yeniden içmeye başlamak olan, boşvermişliğin ta kendisi olmuş, kadınlara düşkün sıra dışı bir adamın hikayesidir. Abartılan hiçbir şey yoktur keza onun kendisi ve yaşamı bir abartıdır zaten. Sadakat, aşk gibi kavramların pek önemi yoktur onun için.. "Aşık olmaktan korkuyorum" diyen Vanda'ya, "Korkma henüz daha kimse aşık olmadı bana" der. Aşk bir önyargıdır diyen birinden başka ne beklenebilir ki zaten.
Barfly'da her şey o kadar sahici görünür ki göze ona sempati duymaya başlar, kimi zaman acır, kimi zaman içten içe gülersiniz. Hatta her şeyin kötüye gitmeye başladığını düşündüğünüz zaman Chinaski olmak ve tek kelimeyle boşvermek istersiniz. Yükselip her şeye tepeden bakmak ve o kalabalığın, yığınların arasında olmadığını görüp huzuru orada bulmak.
Barfly size kurallar kaideler sunup yol gösterme derdinde değildir. Böyle ol yada olma şeklinde bir imada bulunmaz. Sadece göstermek istediğini gösterir, derdini anlatıp kenara çekilir. Kendisinin de dediği gibi bize mesajlar vermeye çalışan ya da beni çok fazla önemseyin diyen bir film değil, sadece Chinaski'nin hikayesidir o.
Film A.B.D de değişik tepkiler aldı. Kimi göklere çıkarırken kimi yerin dibine soktu. Senenin en iyi on filminde biri ilan eden yazarlarda oldu senenin en kötüsü ilan edenlerde. Bukowski ise film için şöyle demiş: "O benim hikayemdi. başka kim hayatını milletin kafasına kakabilirdi böyle. Aslında benmerkezci olmaktan kaçınmıştım. Bazı ayyaşların çaresiz ve tuhaf yaşantıları olduğunu anlatmak istemiştim. Gel gelelim tanıdığın en iyi ayyaş kendimdim."