bu farkı daha iyi kavrayabilmek için önce bir hikayeden olaya girmek gerek: kutuplarda ayı avcıları buzların içine jilet kadar keskin bir baltayı yerleştirir, keskin tarafın üzerine biraz kan sürerlermiş. bunu bilmeyen ayı gelip kanı yalarken dili kesilirmiş. ama kanın tadından dilinin acısını fark edemez, kendi kanını yalamaya başlarmış. damarlarındaki kan tükenince, olduğu yere yığılırmış. avcı da gelip derisini yüzermiş. avcılar ayıları kurşunlarla vururlarsa, ayının postu delineceği ve çok para etmeyeceği için bu yolu denerlermiş.
şimdi toplanın şöyle yamacıma anlatacaklarım var; tüm ilişkilerde de olay bu şekilde cereyan eder. erkek doğası gereği kandırılmaya müsaitken, kadın en feriştah cambazla ip atlayacak kadar kurnazdır. her erkek aslında birer ayıdır. rol bilmez, oyunu doğasına göre oynar, spontane hamle yapar, pusuda beklemez, boş bir yanı buldu mu yumruğunu doldurmaz. boğacaksa da sevmekten boğar. biraz hödüktür, ansızın parlar ama o orda kalır, kin tutmaz, ince hesaplar peşinde koşmaz çünkü ona biçilen feyk bir rol var toplum gözünde. bu yüzden erkek jilet kadar keskin baltayı yalarken acısını görmez, gözleri bağlıdır. varoluşunun o 'arka bahçesini' hep gözleri kapalı arşınlar. tükeneceğini , oracıkta yığılıp kalcağını bile bile kanını emmeye devam eder.
işin daha da yıkıcı olan tarafı ayının kendi elleriyle gözlerini bağlamasıdır. kim onu mutsuz ediyorsa, kim kanını emmiyorsa ona bağlanmasıdır, gözleri bağlı olduğu için dilindeki kesiğin nedenini anlamaya çalışmaz bile...erkek yavaş yavaş ölürken, kadın acıdan haz almaya bakar. işte buna ayi(erkek)-avci(kadın)- aşk üçlemesi denir.