önce heyecan çürür. şu insanın içini kıpır kıpır eden türdeki tatlı heyecan. sonra endişe başlar, huzursuz, durduk yere ve daha çok kahvaltı sonraları gelen pis bir heyecan ne yana bakacağını şaşırtan ve ayaklarını birbirine karıştıran türde.
beni sevmediği için üzüntü duyduğum bir tane insan var. keşke bu şarkıyı* ona söyleyebilseydim. söylemek derken ismini söylemek. onun elleri ne kadar güzelse benim kalbim de o kadar sınırda. vazgeçmekle ilgili bir sınır değil ama kapılıp gitmekle hayli ilgili. bugün o ellerle tanışmamın bilmem ki kaçıncı günü. bazı hesapları yapmaya matematik izin vermiyor ve o nereden gelmiyor yani şimdi nerede. ben oralarda olamıyorum hiç. beni iki satır anlasaydı insanların beyinlerine gasp yasak bile olurdu. çaldığım tek bir şey yok hayatından, insan ki buna üzülebiliyor. insan çok sık üzülüyor bazen de özlüyor. ona bunu söylemiştim. zaman ne fena. onu gözlerinden öpen var benim gözyaşım çok uzak. mutluluk hangisi değil kesin cevaplardı. öyle bir cümle kurardı ki onun üzerine beş gün konuşmasa bile olurdu. çünkü kafama kazınmış cümleleri var. ara ara kullanıyorum, o oluyorum. mutluluğu pek bilmiyorum ama huzur var. huzur kapıların önünde. öyle gelmekle gitmek arasında kalmış, davet bekliyor biraz da çünkü alışmış. bazı alışkanlıklar çok hasta ruhlu. mesela onu düşünmek onlardan biri, onu düşünürken aklıma onu düşünen insanların gelmesi daha da hastalıklı. keşke onu gerçekten tanıyabilseydik bütün düşünenleri olarak ama maalesef hayat gizli saklı yaşamalara çok müsait.
altı yıl ankara, on iki yıl izmir, altı yıl ankara. hayatımın en engebeli yolunu çoktan geçmiş olmayı dilerdim. yirmi yedi olmadan saçlarımı kısacık kestireceğim ve o kadını gelinlikle görene kadar bazı şeyleri unutacağım. aynı zamanlara tekabül edeceğine dair bir his var içimde. içimde bir his daha var ama onu paylaşmam çok yersiz. zaten onun his oluşu ihtimalle ilgili değil. ne diyordum, akıp gidecek zaman; onun yaptığı gibi yok olacak.