küçükken evimize gelen misafirlerin haddi hesabı yoktu. hatta ben, o günlerden belliymiş patavatsız olacağım, gelen misafirlere "ya daha yeni gelmiştiniz niye her gün geliyonuz." filan diyomuşum. normalde benim anne kardeşle beni , nasıl desem, mum gibi yapıyodu misafirliğe gittiğimizde. yemek yedirip götürüyordu. misafirliğe gtmeden önce de tembihliyodu, " eğer size sofraya gelin derlerse, 'biz yedik, tokuz diceksiniz.'deyü. zaten açlıktan ölsek de oturamıyoduk sofraya. çünkü bizimki öyle bir bakış atıyodu ki.. yani sıkıysa açım de, sıkıysa otur sofraya.
işte bünyemiz böyle dikta rejimi baskısıyla ezilip büzüşmekten iyice mala bağlıyoduk eve misafir geleceğini duyduğumuzda. kardeşle arkadaşlarımız gelecek diye, insan görücez laaaan diye seviniyoduk haliyle. çünkü bizi bakkala bile göndermiyodu kadın ya. ulan kar yağdığında dışarı bile çıkarmıyordu. çoraplarımızı top top yapıp yalandan kar topu gibi birbirimize atıyoduk onları. işte ne diyodum, misafir çocuklarıyla oynıcaz diye çıldırıyorduk. e geldiklerinde de evin altını üstüne getiriyoduk. ama öyle böyle bi dağınıklık değil. savaş alanına dönüyodu ev. ama misafirler gitmesine yakın da içimiz kararıyodu, bi suskunlaşıyor hafiften yusufla munasebet kuracağımız aklımıza geldikçe iyiden iyiye mutsuzlaşıyorduk. en nihayetinde misafirler gidiyordu. bize de terliklerle yüzleşmek kalıyordu.
ulan her seferinde mi dayak yenir ya. biz yiyoduk. ehhe. güldüğüme bakma lan içim kan ağlıyo şuan.