Yarım kalmaya mahkum cümlelerle tamamlamaya çalışmak seni, sükunu için gönlümün üfleyip kandili derin bir uykuya dalmak yeniden, sıkıca kapatıp ağzını içine güzel duygularımı koyduğum şişeyi zamansızlığa bırakmak belki vurur diye gönlünün sahillerine, içimdeki heyecanı; bir çocuğu en neşeli, en yaramaz, en beklemediği anında yediği kuvvetli bir tokatla neye uğradığını şaşırtmak gibi bir azabı üstlenerek sakinleştirmek, sorusuz cevaplara cevapsız sorulara umarsızca sırtını dayamak, kendine küfrederek, kendini küçümseyerek, kendine gülerek ağlamak sessiz sedasız, mutluluklara gölge etmemek için gölgelerde mutluluk olmak kanatarak boğazında düğümlenmiş sözlerini ve tüm bunları yazıları silinmiş bir kitabın arasına sıkıştırıp yürümek hiçbir şey olmamış gibi başın dik, gözlerinde güçlü bir bakış, dudağında inancına özgü mağrur bir gülümsemeyle; içindeki boynu bükük, gözleri hüzünlü, yanakları kırmızı, dudakları titreyen çocuğu göstermemek için hiç kimseye... direnerek.
Kalp sevdalıdır sözlere... bıraksan onu taşıyan bedeni öldürene kadar kederden, döker durur kelimelerini.
Velhasıl kelam; dil sevsede söz söylemeyi, yürek cümleleri saklamak içindir. *
"Gel, gel, daha yakın gel, bu yol vuruculuk ne zamana kadar sürüp gidecek? Madem ki sen, bensin, ben de senim. Artık bu senlik ve benlik nedir? Biz Hakkın nuruyuz, Hakkın aynasıyız. Şu halde kendi kendimizle, birbirimizle ne diye çekisip duruyoruz? Bir aydınlık bir aydınlıktan neden böyle kaçıyor? Biz hepimiz, bütün insanlar, tek bir vücud halinde olgun bir insanın varlığında toplanmış gibiyiz. Fakat neden böyle şaşiyız? Aynı vücudun birer uzvu olduğumuz halde neden zenginler, yoksulları böyle hor görürler? Aynı vücutta bulunan sağ el, ne diye sol elini hor görür? Her ikisi de madem senin elindir, aynı tende uğurlu ne demek, uğursuz." *