Tüm benliğimizi bir dert küpüne sokarak kapağını havanın asla giremeyeceği şekilde sıkıca kapatıp kendimizi realiteden soyutlamak ve böylece bütün dünyanın derdi, tasası bize musallat oluyormuş zannederek habbeyi kubbe yapıp sahip olduğumuz bütün nimetleri unutmak en ufak bir sıkıntı karşısında takındığımız tavır maalesef.
Kendisine bahşedilen güzellikleri, hayırları gözünde hep küçük görüp dert, tasa ve musibetleri alabildiğince büyütmek insanoğlunun en vahim hastalıklarından biri olsa gerek. Nimetlere karşı bir gözümüz hep kör olmasının yanında sıkıntıların kaynağını hep kendi dışımızda aramamız da bu hastalıklı tavrın farklı bir boyutu.
Nefis muhasebesi denen tabiri caizse sihirli değneği hiç kullanmayan insan, yaşadığı sıkıntılarla yüzleşmek yerine hep savunma psikolojisine girip kendi dışındakilere suçu atarak daimi bir saldırı halinde kendini konumlandırması neticesinde içine girdiği ve kendini sürekli aşağılara iten derin girdabın farkında değil. O yüzden küçücük bir sıkıntı bir burhana dönüşebilmekte ve hayat kolayca hem kişinin kendisi hem onunla bağlantı içinde olanlar için kolay ve hızlı bir şekilde cehenneme dönüşebilmektedir.
Bu fasit dairenin içine girmiş ve debelenip duran insana elini uzatarak onu o yaşadığı veya yaşadığını zannettiği bataklıktan kurtarmaya uğraşan kudretli bir kurtarıcı var: Kuran. Etrafta bolca bulunan ama kapağını açıp o kurtarıcı eli tutmadığımız, hepimizin bildiği Kuran. Allah biz kullarını Vedud isminin tecellisi gereği o kadar seviyor ki, bizlere her hastalığımıza kati ve hazır çareler bulabileceğimiz bir hayat Kitabını bahşetmiş. Sırf Kuran için Allaha şükretsek bile bu şükrü hakkıyla yerine getiremeyiz.
Size Kurandan öyle bir 3 ayet bahsedeceğim ki, okuyup bunları hakkıyla düşündüğünüzde dertlerinize ne kadar kesin bir ilaç olduğunu çok net bir şekilde göreceksiniz.
Birinci ayetimiz Şura Suresi 30. ayet:
Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah çoğunu affeder.
Sırf bu ayet bile aslında ferahlamamıza yetecektir ama Allah'ın lütfu sınırsız ve mülkünün bir haddi yok o yüzden verdikçe veriyor ve kullarının rahatlaması için kat kat rahmet indiriyor.
Sıkıntılarımızın kaynağının kendimiz olduğunu bilmenin bireysel tekâmüle etkisini tahmin edebiliyor musunuz? Kendimiz yapıyoruz ve kendimiz buluyoruz. Yaptığımız yanlış hareketlerin bize bela olarak döndüğünü gayet net ve açık bir şekilde söyleyen bu ayet; hareketlerimizi, tavrımızı, duruşumuzu hasılı bu hayat oyununu ciddiye almamız gerektiğini aksi takdirde attığımız her yanlış adımın bir dert şeklinde geri dönüş yaptığını kalbimizi titretircesine ifade etmesi hasebiyle kafalarımıza kazımayı hak etmektedir. Kişinin bu ayeti bir an olsun bile aklından çıkarmayarak her hareketini sorgulayarak yapması hatta aldığı nefesin bile bir sorumluluk getirdiği bilincinde olması ayetin ulaşmak istediği amaçtır.
Ahlaklı nesil yetiştirme yolunda bireylere aşılanacak bu ayet, tek başına günlerce verilecek dersten daha etkili olacaktır. Yaptıklarının karşılığını bu dünyada görecek olması şuurunu insana veren bu ayet, kişiye oto kontrol yapma imkânı sağlamakta ve dolayısıyla kötüye bulaşma yollarını ta en başta kapatmaktadır.
Birey ve toplum ahlakı üzerine araştırmalar yapan ve ahlaki yozlaşmalara çareler bulmaya çalışan bilim insanları çalışmalarını bu ayet üzerine temellendirdikleri takdirde bu mucizevi ayetin muazzam gücü karşısında diz çökecek ve acziyetlerini itiraf edip Kadir-i Mutlak olan Allahın yüceliğine boyun eğeceklerdir.
ikinci ayetimiz Nisa suresi 79. ayet:
Sana ne iyilik gelirse Allah'tandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir.
Ayetin ikinci kısmı ilk ayetimizin değişik bir ifadesi. ilk kısım ise hem birinci ayetimizi hem de ayetin devamını tamamlayıcı nitelik arz etmektedir. Eliyle yani kendi iradesi ile yaptığı kötülüklerin, işlediği günahların karşılığını yine bir kötülük ve musibet olarak alan insan kendisine verilen nimetlerin, güzelliklerin hasılı her türlü iyiliğin kaynağının Allah olduğunu bilmek zorundadır. Bu ayet; kötülüklerin kaynağı olan kendi nefisimize karşılık iyiliklerin membaının Allah olduğunu bizlere söyleyerek nimetler karşısında şımarmamamızı, sanki onların sahibi bizmişiz gibi bilinçsizce ve sorumsuzca tüketmememizi, nimetlerin Allahın bir hikmeti gereği bizlere kısmet olduğunu aksi takdirde bizim gücümüzün bunları elde etmeye yetmeyeceğini dolayısıyla hiçbir nimeti küçük ve hor görmeye hakkımız olmadığını bilakis her nimeti vereni düşünerek büyük görmemizi ve bunun karşılığında nasıl hakkıyla şükredebilirim düşüncesiyle kıvranmamız gerektiğini bizlere vaz etmektedir.
Başına gelen kötü şeylerden dolayı hep kendine dönerek nefisini sorumlu tutan, ancak vasıl olduğu iyiliklere kendisi ulaşabilecek güçte olmadığının bilinci ile her daim teşekkür ve şükran ufuklarında yaşayan insan, ne bir dert karşısında darlanacak ne de bir nimeti görmezden gelip küçümseyecektir. Başına her müsibet isabet ettiğinde hemen bunun muhasebesini yaparak içe dönecek her nimete ulaştığında da bunu Allaha yakınlaşma için bir vesile sayarak farklı ibadetlerle bunun şükrünü edaya uğraşacaktır.