Okurun biri soruyordu, "Bu Kürtler çok hızlı çoğalıyor, ne yapacağız" diye; yazar da yapılacak pek bir şey olmadığını belirtip, bizim de en az onlar kadar hızla çoğalmamızı tavsiye ediyordu.
Biz ve onlar; sonra da birlik-beraberlik ve de "kahrolsun bölücüler/bölücü terörist örgüt". Bir örgüt neye göre teröristtir ya da değildir; işte önce onun ölçütlerini ortaya koymak gerekir; bunun için ise, daha da önce terör nedir, onu. Yoksa kimin sesi daha yüksek/çok çıkıyorsa onun terörist ilan ettiklerinin yaptığı her şeye terör dersin olur biter; ki, günümüzde, gerek ülke içinde, gerekse uluslararası düzeyde olan biten de bu. işte bu yüzden de Hilmi Özkökün terörün, ne adına/amaçla yapıldığından bağımsız bir kavram olarak kendi içinde tanımlanması önerisi, gerçekten de bilgece; zira, bilimsel bilgi üretmenin felsefi ön-ayıklama, yani neyi ele alacak olursak olalım, her şeyden önce, kendisini ortaya çıkış koşullarından ve gerçekleşme/somutlaşma biçimlerinden bağımsız, zaman ve mekân içindeki koordinatlarından yalıtılmış saf bir zihinsel nesne olarak yeniden inşa etme safhasına tekabül ediyor ki, sosyologlarıyla felsefecilerinin bile büyük çoğunluğu Gurvitchin adını duymamış bir ülkede, böyle bir metodolojik zorunluluğun farkında olmak büyük feraset ister. Bu arada, "adam herhalde darbe kokusu sezmiş ki, Genelkurmay Başkanını methetmeye koyuldu" diyebilecek olanlara da hemen şunu söyleyeyim ki, gerçekten bir darbe vukuunda Hilmi Özkökün pek de öyle bana yardım edebilecek bir durumda olacağını hiç sanmıyorum.
Terör Fransızca bir kelime; Türkçedeki karşılığı da tam tamına dehşet; Arapça kökenli, ama Arapça bilmezken yine de size bir şey söylüyorsa, o artık Türkçe. Terör aynı zamanda dehşet salma anlamına da kullanılıyor; onun da karşılığı yine -Arap asıllı Türktedhiş ve d-h-ş harşeri temelinde dehşet ile kökdeş. Öyleyse, insanların ruhuna dehşet salmayı amaçlamayan hiçbir eylem ve etkinlik ne terördür, ne de terörist nitelikte. Dehşet salmanın maddi unsuru tabii ki şiddet kullanımı; ama her şiddet kullanımı tedhiş değil.
Tedhişten söz etmek, ancak ve ancak şiddete kimin/kimlerin, nerede ve ne zaman/ sebeple maruz kalacağının bilinemezliği ölçüsünde mümkün: Bir şiddet uygulamasıne kadar çok insanın içine "hedef ben de olabilirdim" korkusu salıyor/salmayı hedefliyorsa, o kadar tedhiş (terör) eylemidir, şiddeti uygulayan da tedhişçi (terorist). Ortada bir çatışma ya da savaş durumu bulunup, tarafların kim oldukları, nerede bulundukları ve kimlerin kimlere şiddet uygulayacağının bilinir olduğu durumda ise tedhişten söz etmek de aynı ölçüde olanaksız hale gelir: Bildiğimiz dehşetle kökdeş, dolayısıyla dehşet salmaya yönelik olma koşulunu görmezden gelmeyi daha dil düzeyinde bile olanaksız kılan tedhiş-tedhişçinin neredeyse bir anda ortadan kaybolup yerine terör-terorist ikilisinin geçmesinin altında ideolojik manipülasyona yönelik bir psikolojik savaş taktiği yatar gibi gelir hep bana. Öyle ya da değil; ama, insanların, terorist özel bir insan türüymüş gibi görülürken, terörün de dehşet salma yoluyla insanları yıldırma ölçütü aranmaksızın, terorist addedilenin yaptığı/düşündüğü/söylediği/istediği veya öyle olduğu farzedilen her ne var ise işte onlar esasında tanımlanan bir hayalete dönüştüğü, dolayısıyla her şeyin altında teröre yardım ve destek bulmanın mümkün, terörle mücadele adına da her türlü baskı, zulüm ve cinayeti meşrulaştırmanın olağan hale geldiği bir kolektif şizofreni ortamına çekilmeleri, tedhişli bir Türkçeyle hiç değilse biraz daha zor olurdu.