karanlığa gülümseyen sübyan gölgeler

entry3 galeri
    1.
  1. [başını kaldırdı ve yalnızca yutkundu. " evet onlar" dedi, "onlar tanrının kudretine küsmüş birer küskün azap! görüyor musun ? ben susunca sanki tüm cevaplar aziz kesiliyor. hastalıklı ruhlar azat edildi, artık çok geç. o benim deccal'e yenilmemi ister. inan bana bunu ister."

    bu yaşlı ihtiyar delirmiş olmalıydı. saatlerdir kendi kendisine konuşuyordu.
    ona doğru döndüm ve sinirle ayağa fırladım. bu kadar saçmalık artık yetmişti. yalnızca cevaplar istiyordum:
    "neredeydik böyle, bu lanet odada ne işimiz vardı, bu herif de kimdi!"

    ihtiyar, sarkık kollarını başının arasına alarak ağlamaya başladı. belli ki söylediklerimin hiçbirini duymamıştı.
    bu adam gerçekten kafayı yemiş olmalıydı. saatlerdir tek yaptığı şey kapalı kaldığımız bu odanın duvarlarına yazı yazmak ve saçma vaazlar vermekti.
    tanrım ben neredeydim böyle? eğer bu bir şakaysa, bunu yapan bedelini ağır ödeyecekti.
    içeriden duyulan belli belirsiz piyano sesleri iyiden iyiye sabrımı taşırıyordu. artık kapıyı yumruklamaktan takatim kalmamıştı. umarsızca yere çömeldim ve bir cevap beklermişçesine bu bunak ihtiyarı süzmeye başladım. kısılmış sesleriyle söylenmeye devam ediyordu:
    "insanoğlu bencilliğe secde etti. ve biz secde edenlere adanmış birer kurbanız. başka şansımız yok, başka şansımız yok.
    buna mecburuz... bak yine oluyor."

    artık endişeleniyordum. yaşlı adam düşünceli bir şekilde yere baktı, eliyle bir şeyler saydıktan sonra da yatağının altına saklandı. ben de bu tepkisinden irkilerek kendimi istemsizce ayağa kalkmış vaziyette buldum. neler olduğunu bile sorgulayamadan, odanın çatısına yerleştirilmiş hoparlörlerden gelen çığlık sesleriyle kendimi yeniden yerde buldum. bu da neyin nesiydi böyle. ne düşüneceğimi bilemiyordum. üstelik bu rahatsız edici çığlık seslerine yaşlı adamın kahkahaları da eklenmişti.
    daha fazla dayanamayarak, yaşlı adamı boynundan tutup duvara çarptım. lanet olsun çığlık sesi de bitmek bilmiyordu. dayanabilmek için dişlerimi sıkıyordum. ihtiyar hala sayıklıyordu: "çok kötü... bu çok kötü. bu olmamalı!"

    hoparlörlerden verilen çığlık sesleri bittikten sonra, odadaki tüm lambalar yanmaya başladı.
    artık nerede olduğumuzu daha net seçebiliyordum. bu sırada gözüm duvarlara takıldı. duvarların tamamı yazılarla kaplanmıştı. bu yazılar ihtiyara aitti. bu kadar şeyi bir günde yazmış olamazdı. aman tanrım milyonlarcaydı...
    bu kadar yazı ancak yıllar içerisinde tamamlanabilirdi.

    bu sefer ışıklar tamamen sönmüştü. bu lanet yer olması gerekenden çok daha güzel kokuyordu.
    belki de o güne dek hatırlamak isteyebileceğim tek şey bu komiser bey...]

    - kendinizi iyi hissetmiyorsanız ara verebiliriz?
    + hayır hayır... devam edebilirim.
    - tamam, devam edemeyeceğinizde bunu söylemeniz yeterli. peki sonra neler oldu?

    [ pekala...
    daha önce de söylediğim gibi; oraya nasıl geldiğim hakkında hiçbir fikrim yok. ve tek emin olduğum şey; o da yaşlı adamın yıllarca o odada tutulduğudur...
    üzerinde hiçbir darp izi, yaralanma görmemiştim. görebildiğim kadarıyla da oldukça temiz bakılıyordu. üzerindeki kıyafetlerin hepsi yeni gibiydi. sakalları yoktu, olması gerektiğinden daha zayıf değildi. ışıklar söndürüldüğü için duvara yazdığı şeyler hakkında da hiçbir fikrim olmadı.

    ilk önce onu odadan götürdüler. direnmedi, tepki bile göstermedi. zavallı hala söylenmeye devam ediyordu. iki kişi kollarına girip yalnızca yürümesine eşlik etmekten ileriye gitmedi.
    ben ise onun kadar sakin değildim. birilerinin sesimi duyabilmesi için avazım çıktığı kadar bağırıyordum. en azından beni de almaya geldiklerinde direnecektim. benim için geri döndüklerinde saldırmayı planlıyordum.
    ama içeriye tek bir kişi girdi. karanlıkta tek görebildiğim şey uzun boylu oluşuydu. fısıldayarak bana zarar vermek istemediğini, yalnızca bir şey seyretmem gerektiğini söyledi. elbette güvenmiyordum. ama söylediklerinin aksini yaparsam daha fazla zarar göreceğimi düşünerek o adama teslim oldum. gözlerimi bağlayarak beni başka bir odaya götürdü. attığım adımlara göre diğer odanın en fazla üç metre karşısındaydı. ]

    + biraz su alabilir miyim?
    - elbette buyurun. peki yeni odanın içinde neler vardı? net görebildiniz mi?
    + evet hem de her şeyi. yetmezmiş gibi de duyabiliyordum da...
    - bunu kasıtlı mı yapıyorlardı?
    + yapıyordu. o andan itibaren o adamdan başkasını görmedim.

    [steril bir odaydı...
    içinde dekoratif hiçbir şey yoktu. sanki her şeyin bir işlevi varmış gibi dizayn edilmişti. ne işe yaradığını bilmediğim onlarca alet, tıbbi ekipmanlar vardı. her şey bembeyazdı, tüm ışıklar açıktı. yanında farklı bir oda daha vardı. o odayı ayıran yalnızca ince bir cam plakaydı. yaşlı adam da o odaya götürülmüştü. birbirimizi çok net görüyorduk. fakat o bana bakmak yerine, her şeyden habersiz bir şekilde söylenmeye devam ediyordu. zavallı ihtiyar...

    dişçi koltuğuna benzer bir koltuğa bağlanmıştım. ama dişçi koltuğu değildi. ihtiyar ise daha önce benzerini görmediğim teferruatlı bir koltuğa bağlanmıştı. yüzünde hiçbir korku yoktu.
    ve sonra o adam içeriye girdi. yere eğilip bir süre ihtiyarın yüzüne baktı.]

    - yüzünü görebildiniz mi?
    + hayır hayır maske takıyordu. fakat saçları maskeden taşıyordu. saçları kısa değildi. bundan eminim.
    - sizin yanınıza gelmedi mi, ya da ne bileyim bir şeyler söylemedi mi?

    [sadece izlediğimden emin olabilmek için ara sıra arkasına dönüp beni kontrol ediyordu...
    korkuyla neler olup biteceğini izliyordum. zavallı yaşlı adam burada delirmiş olmalıydı. aynısını bana da yapacaklarını, yıllarca burada kısılıp kalacağımı düşünmeye başlamıştım. korkudan ağlayamıyor, bağıramıyordum bile.

    ve ilk duyduğum feryat o anda geldi.
    yaşlı adamın sol ayağını plastik bir kaba batırdı. içerisinden dumanlar çıkıyordu, sanırım içi asit doluydu.
    adamın feryatları hoparlörlerden de duyuldu. aşağılık adamlar içeriye mikrofon bile yerleştirmişti! duymamak istiyordum ama her şeyi duyuyordum. tanrım...
    ve ilk kez o sadist adamın sesini duydum. yaptıklarından keyif alır bir hali vardı. "izleyin" dedi bana dönerek. "yalnızca izleyin."

    başka çarem de yoktu üstelik.
    akıbetimin belirsizliği sürerken bu kabusa tanık olmak zorundaydım. ve artık klasik müzik sesleri duyulmaya başlamıştı. ellerine ameliyat eldivenlerini geçirip, yaşlı adamın fotoğrafını çekti. yaşlı adam bitap düşmüştü ama hala direnen bir yanı yoktu. tanrım kim korunmasız bir yaşlıya bunları yapar ki...
    ardından bahçe makasını andıran bir makasla tüm parmaklarını koparıp, kanı durdurmak için kızgın metalle yaraları dağladı. "hemen ölmeni istemeyiz" diye söylendi. üstelik ihtiyarın nabzını ekrandan izliyordu. kalp atışları her yavaşladığında adrenalin iğnesi yapıp bayılmasını engelliyordu. bunları iştahla tarif etmekten de sakınmıyordu.

    yeniden bana dönerek, ve zavallı ihtiyarın ensesini işaret ederek seslendi:
    "biliyor musunuz, neredeyse vücuttaki tüm sinirlerin geçtiği bölge ensedir." dedi. ardından herifin ensesine küçük bir yarık açıp, içerisine kaynar su döktü. şu an çığlıkları hala kulağımda yankılanıyor...
    hemen ardından çenesine yaylı bir mekanizma geçirdi. küçük bir aletti, uçları dikenliydi. yaşlı adam çenesini her açtığında yaylar hareket edip iğneleri ittiriyor, ve yaşlı adamın gözlerine saplanıyordu. iğnelerin her saplanışında canı yanarak daha çok bağırıyor, çenesi daha çok hareket ettiğinden iğneler daha sert batıyordu. tam anlamıyla korkunç bir cehennemdi...]

    + daha fazlasını anlatmama gerek var mı? lütfen...
    - biliyorum çok zor. ama hiçbir detayı atlamamamız gerekiyor. bunların bir daha tekrarlanmaması açısından yardımınıza ihtiyacımız var.

    [kulaklarını koparıp, paramparça olmuş gözlerinin üzerine dikti. artık çenesindeki aleti çıkarmıştı.
    bir yandan da şu an aklıma gelmeyen şiirler okuyor, soğukkanlılığını adeta yüzüme çarpıyordu. bu adam insan olamazdı... ihtiyarın sesi artık bölük pörçük duyuluyordu. ama her şeyi hissettiğinden emindim.
    ihtiyarın bedeni zaten çırılçıplaktı. her yer kana bulanmıştı. son olarak penisinin derisini yüzüp üzerine tuza benzer bir şeyler döktü.

    ve artık sona geldiğinde, neşeli bir sesle bana seslendi. sesinde sanki eserini tamamlayan bir ressamın huzuru vardı.
    adamı o koltuktan taşıyıp bir sedyeye yatırdı. iki koluna da seruma benzer bir tüp takıp, ardından bana dönüp seslendi:

    "lütfen burayı kaçırmanızı istemem. en güzel yerine geldik... bakın bu günahkar adamın aortuna bu aleti takacağım. ahh... elbette bu aleti merak ediyorsunuz. bu alet aorttan aldığı kanı ısıtarak yeniden vücuduna zerk edecek. ne kadar da güzel değil mi? dünyaya birkaç dakikalık da olsa sıcak kanlı bir adam bahşedeceğim. bence bunun değerini bilmeli. ama dedim ya yalnızca birkaç dakikacık... sonra ne mi olacak? ardından enzimleri ve kan proteinleri denatüre olacak. kuarterner protein yapısındaki hemoglobin bozulacak. yüksek sıcaklıkta hidrojen bağları kopacak ve oksijen taşıyamayacak. yani; pek de acısız bir ölüm olmayacak..."

    dediği gibi olmuştu... ama öncesinde yaşlı adama bağırarak şunları söyledi, adamın duyamayacağını bile bile bağırıyordu:
    "altı yıl önce çocukluğunu iğfal ettiğin o küçük çocuğu hatırla! birazdan onunla yüzleşmeye gideceksin, hem de olmayan şeytani yüzünle..." dedi ve aleti çalıştırdı.
    zavallı adam çırpınarak, dakikalar içerisinde can verdi. katil ise yerleri yumruklayarak gülüyordu. bu herif insan olamazdı!.. bir süre adamın naaşını tekmeleyip hakaretler etti. yüzünün derisini soyup parçaladı. inanın bana yaşıyorken yaşlı adama daha nazik davranmıştı. üstelik tüm bu kurguyu, çalmakta olan klasik müziğin finaline denk getirmişti. adamın nabzının durmasıyla müziğin bitmesinin arasında yalnızca 7-8 saniyelik bir fark vardı. bunu dahi hesaplayamadığı için sinirlenmişti.
    bir insan nasıl olur da böyle bir şeyi tasarlayabilirdi... hangi hastalıklı zihin bunlara muhtaç olurdu anlayamıyorum. sadece hepsinin bir kabus olmasını diliyorum.
    anlatacaklarımın hepsi bu kadar komiser. bu dehşetin hiçbir anını kafamdan söküp atamıyorum, ama hepsi bu kadar. yalnızca bu kadar.]

    - peki tüm bunların sizinle bağlantısı neydi, neden yalnızca izletti ve serbest bıraktı?
    + inanın bilmiyorum...
    - sanırım ben biliyorum. şu elimdeki fotoğraflara bakın...
    26 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük