bir çift yeni ayakkabı mutluluğu

entry1 galeri
    1.
  1. Küçücük bir çift ayak, çok eski bir çift ayakkabı içinde, vıcık vıcık çamur olan yolda yürüyordu. Dokuz yaşındaki kız, ayakları altından kayan çamurun çıkardığı her sese, kendi yakarışını katıyordu: "Bir çift yeni ayakkabının zamanı henüz gelmedi mi? Lütfen Allah'ım bana hemen bir çift yeni ayakkabı ver!"

    Büyük bir su birikintisi önünde durdu. Bulanık suya düşmüş görüntüsüne; "Ne dersin, mümkün mü?" diye sordu. "Kesinlikle olmaz!" diye tersledi görüntüsü. "Her yıl eskilerini bağışlayan kardeş ve kuzenlerin olduğu sürece hiç de şansın yok." "Off, n'apayım! Allah'tan ümit kesilmez." diye iç geçirdi küçük kız ve görüntünün üstüne basıp geçti.

    Hemen köşedeki okuluna yöneldi. Görünürlerde kimse yoktu. Yine geç kalmıştı. Öğretmenlerin sesleri kırık pencerelerden dışarıya yayılıyordu. Sınıfına girdi. Yerine oturmasını işaret eden öğretmeninin azarlayan bakışları altında yanaklarının utançtan yandığını hissetti. Ayakları buz kesmişken, nasıl oluyordu da yanakları cayır cayır yanabiliyordu, merak etti kız.

    Sırasına otururken, sınıfa şöyle bir göz gezdirdi. Gördükleri; tir tir titreyen parmaklarının sayısı kadar çocuk, tam kapanmayan bir kapı ve ayakkabıları gibi, her şeyi içeri buyur eden pencerelerdi. O sırada moralini yükseltecek komik bir şey geldi aklına. Ne yazık! Hayatında komik şeyler bile ne kadar da azdı! Son ders saatine kadar hayatını sürdürebilmesi için sahip olduğu en önemli şey sabırdı.

    Küçük kız, eve aklından bir sürü düşünceyi alıp vererek dönerken de geldiği yolu kullandı. Kendisini çok ehemmiyetsiz hissetti, üstelik yaşadığı problemin dünyanın diğer coğrafyalarında yaşayanlar için çok da bir şey ifade etmediği gerçeği, içinde hissettiği ağırlığı daha da artırıyordu.
    ...

    Annesi, küçük kızın, yanan sobanın yanında çok kötü öksürdüğünü duydu. Gözlerini sobanın yanında kızının kurumaya bıraktığı ayakkabılarına dikti. Sırf bu perişan ayakkabıların artık tamir kabul etmez olduğunu bir daha teyit için, daha önce çok defa yaptığı gibi, yine onları kapıp şöyle bir baktı. Ayakkabılar neredeyse parçalanmak üzereydi. Şimdi endişelenme sırası annedeydi.

    "Anne, ne olur ben ona yeni ayakkabılar alayım!"

    Ablasının bu sözleri havaya sıcacık yayıldı. Genellikle çeyizini düzmek için kullandığı kendi cep harçlığından kız kardeşine yeni ayakkabı almayı teklif ediyordu. Anne, ablanın teklifine, büyükannenin onun evlenme yaşının neredeyse geçiyor olduğu yolundaki düşüncesine rağmen razı oldu.

    Küçük kızın kalbi coşkuyla atmaya başladı. "Gerçekten mi? Yeni ayakkabılar mı? Yarın mı?"
    ...

    Ertesi gün, yarınların hep ağır ağır gelişi gibi, çok yavaş yükselen bir güneşle gelmişti. Küçük kız tedirgindi.

    "Haydi çıkıyoruz!"

    iki kız kardeş yolda yürümeye başladılar, büyüğü elinde sıkıca parasını, küçüğü ise, yerinden fırlamasın diye, kalbini tutuyordu.

    Ayakkabı dükkânı küçük kızı çok korkutmuştu. içeride buz gibi bir hava hâkimdi. Somurtuk bir yüzle ortalıkta dolaşan satıcı kadın her şeyi berbatlaştırıyordu. Daha esef verici olanı ise, metal delikli raflarda baba ölçülerinde bir çift kocaman bottan ve bir çift de siyah terlikten başka bir şeyin kalmamış olmasıydı. Küçük kalbi derin bir çukura düşmüştü âdeta.

    Satıcı kadınla ablası selâmlaştılar. Satıcı kadın, sanki çok uzun bir zamandan sonra ilk defa konuşan biri gibi, sinir bozucu şekilde yavaş konuşuyordu. Sonunda havadan sudan konuşmaları bitmişti.

    "Kız kardeşim için bir çift ayakkabı almak istiyorum."

    Talebini o kadar sakin bir şekilde ifade ediyordu ki, gören sanki günlük ekmek almaya gelmiş sanırdı.

    Satıcı kadın, bakması gereken sadece küçük ayakları olmasına rağmen, küçük kızı şöyle baştan aşağı iyice bir süzdü. "Ona uygun bir şeyim yok sanırım." dedi. Umursamaksızın, "Ben yine de bir bakayım." diyerek, dükkânın karanlık arka tarafına geçti. Küçük kız, kadının boş elle dönmesindense, bir daha hiç dönmemesini arzuladı. Bir ömür boyu bekleyebilirdi; ama boş ellerle karşılaşmaya tahammül edemezdi.

    Satıcı kadın, elinde bir kutuyla geldi. "Ayak numarası ne?" Abla, numarasını söyledi. Ablasının söylediği numarayı, "Herkese uyacak ortak numara..." şeklinde yorumladı küçük kız. "Bunlar bir numara daha küçük, ama bulabileceğim en yakın numara." Belli ki satıcı kadın sadece ablayla ilgileniyordu.

    Küçük kız sağ ayakkabıyı önce aldı. Yeni derinin yayılan kokusunu duyunca neredeyse kendinden geçecekti. Ayağını zorla ayakkabıya sığdırdı. "Acıtıyor, ama sakın gösterme." dedi içinden. Birden Külkedisi'nin, gerekirse ayak parmaklarını kesmeye kararlı üvey kardeşine dönüşüvermişti. Görünüşe kolayca aldanmayan ablası eğildi, ayakkabıyı yoklarken, küçük kızın ayak parmaklarının sıkışmış olduğunu hissetti. "Yok, yok, olmaz bunlar, bu ayakkabılarla doğru dürüst yürüyemezsin." Küçük kız savunma refleksiyle geriye adım attı. isyankâr bakışlar fırlatarak "Bu ayakkabıları ayağımdan almak için, ayaklarımı kesmen lâzım!" diye haykırdı.

    Yaklaşan fırtınayı hisseden satıcı kadın, bir aile faciasını engellemek için harekete geçti. "Neden pazartesi günü gelmiyorsunuz?" dedi. "O gün yeni mallar gelecek." Küçük kız satıcı kadının yüzünde ablasına yapacağı gizli bir işaret aradı. Ancak kadının yüzünde çok ciddi bir ifade vardı ve göz bile kırpmadı. Başka bir seçeneği kalmayan küçük kız, kendisini dükkânın dışına sürükledi.

    iki kardeş, geldikleri gibi yine sessizce yürüdüler. Büyüğü parayı elinde sıkıca tutuyordu, küçüğü ise farkına varmadan yumruklarını sıkmıştı. Küçük kalbi buz kesmişti; ama uzak bir köşesinden zayıf bir ümit ateşi parlamaya devam ediyordu.

    "Kimi kandırıyorum ki ben?" diye düşündü küçük kız. "Yeni ayakkabılar alsa bile bana uygun numarada alacağını kim söyledi? Üstelik iki gün ablamın fikrini değiştirmesi ve parasını bir yatak örtüsüne harcaması için oldukça uzun bir zaman. Allah korusun, pazartesiye kadar uzak bir akrabanın elinde eski, kokulu bir çift ayakkabıyla çıkıp gelmeyeceği ne malum, bu tam da bir kâbus olur benim için."

    Küçük dairelerine girdiler. Küçük kız doğruca odasına geçti ve yatağına oturdu. Bu arada ablasının neden eve eli boş döndüklerini annesine ve büyükannesine anlatışını acıyla dinliyordu. Kapısının yavaşça açıldığını duydu; ama gelenin mutlaka büyükannesi olduğunu bildiği için, dönüp bakmadı.

    Büyükanne üzgün bir ifadeyle kızın yanına oturdu. Hikâye anlatan ses tonunu kullanarak anlatmaya başladı: "Günün birinde, çok uzak bir diyarda, genç bir adam yaşardı. Ayaklarındaki eski püskü ayakkabılarına çok üzgün bir şekilde bakarak, neden yeni bir çift ayakkabısı olmadığını düşünerek, küçük kasabanın yollarında yürüyordu bir gün. işte tam o sırada, bir çınara yaslanmış dilenen bir fakir adam gördü. Daha dikkatli bakınca, adamın bacaklarının olmadığını fark etti. Genç adam gördüğü duruma çok üzüldü ve kendinden utandı. 'Yazıklar olsun bana! Bu adamın ayağı bile yok, bense düzgün bir ayakkabım yok diye hayıflanıyorum.' diye kendi kendini ayıpladı ve sonra, verdiği bu sağlıklı ayaklar için Rabbi'ne şükretti."

    Büyükanne bir yandan küçük kızın saçlarını okşayıp, bir yandan da "Gördün mü tatlı kızım, umutsuzluğa kapılma! inşallah şimdi sahip olmadığın şeyi elde edeceksin. Ancak bu arada, zaten elinde olanlara şükretmeyi unutma! Kanaat ve kalbin hoşnutluğu en büyük hazinedir." dedi gülümseyerek.

    Hikâyedeki mesajı hemen anlayan küçük kız, yine de yorum yapmadan edemedi: "Ama büyükanne, ben hem ayaklarım, hem de yeni bir çift ayakkabı için şükretmek istiyorum." Büyükanne gülümsedi ve sanki sımsıkı korunmuş bir sırrı anlatıyormuş gibi kulağına fısıldadı: "Allah şükrettiğimizde bize verdiği nimetlerini artırır. Eğer ayakların için şükredersen, sana bir çift de ayakkabı ihsan edebilir. iyi hatırla, kanaat ve kalbin hoşnutluğu en büyük hazinedir." Küçük kızın alnından öptükten sonra, odaya girdiği gibi yine sessizce çıktı.

    Aklı tamamen karışmış olsa da, küçük kız mantık kurmaya çalıştı. "Bence bu güzel bir tavsiye. Nelere şükredebilirim?" diye sordu kendi kendine. "Bir kere, en başta harika bir büyükannem var." diye düşündü yüzünde tatlı bir gülümseme ile.
    ...

    Pazartesi öğleden sonra yeniden ayakkabı dükkânına gittiler. Satıcı kadın önce onlara gülümsedi, sonra da yavaşça dükkânın arkasına geçti. "Şükürler olsun bu sefer bir sürü havadan sudan konuşmaları dinlemek zorunda kalmadım." diye düşündü küçük kız, rahatlamıştı.

    Elinde bir kutu, yüzünde kurtarıcı bir eda ile satıcı kadın döndü. Kutunun kapağını kaldırdı ve sağ ayakkabıyı küçük kıza uzattı. Ayağına tam olmuştu. işte bu! Vay be Külkedisi buna şaşırırdı mutlaka veya kıskanırdı mı desem! Üvey kız kardeş veya değil, bu sefer ayakkabılar ona olmuştu. Küçük kalbi mutluluktan uçacakmış gibiydi, tâ ki ablası bu büyük kutlamanın tam ortasına dalana kadar. Şimdi ne vardı?

    "Rengi..." dedi. "Koyu kırmızı çok da ona uygun bir renk değil. Sadece siyah ve kahverengi ayakkabı cilası bulabiliyoruz. Kısa zamanda çamurlanacaklar bunlar." "Elimden geleni yaptım." dedi satıcı kadın ümitsiz bir ifadeyle. Küçük gözler yalvarırcasına ablasına bakarken, ayakkabı kutusu kolları arasında ezilmişti. Satıcı kadının daha fazla yardımcı olmaması karşısında, abla teslim bayrağını sallamak zorunda kaldı.

    Dükkândan, içinde yeni ayakkabıların olduğu kutuyla ayrıldılar. Bu ayakkabılar sıranın altında harika görüneceklerdi. Bütün sınıf hayran hayran onlara bakacaktı. Küçük kalbi kafesteki kuş gibi pır pır çarpıyordu. Duası kabul edilmişti.

    Dur bir dakika! Kız durdu. Büyükannesinin söylediklerini hatırlayarak,"Şükürler olsun Allah'ım Sana!" diye fısıldadı her nimeti veren Rabbi'ne. "Bugünü asla unutmayacağım!" diye söz verdi kendi kendine.
    ...

    Ancak, küçük kız verdiği bu sözü ne yazık ki unuttu. Tâ ki yıllar sonra, ağlayıp sızlayan çocuğunu, sade ayakkabıların, üzerinde Winnie the Pooh resmi olanlar kadar iyi ve kullanışlı olduğuna ikna etmeye çalışan bir babayı görene kadar. O ân ilk yepyeni ayakkabılarını aldığı hayatının o unutulmayacak gününde dudaklarından dökülen sahici şükre derin bir hasret duydu.
    0 ...