Bir filme bırakmıştık duygularımızı. Fonda üzücü bir rastlantı: "love is a losing game".. Bir aşkı anlatıyordu italyan bir yönetmen. Pergola gecelerini, uyku sevişmelerini, deniz ferahlığını, taze yaseminleri...
Bir aşkı anlatıyordu resimler. Düşlerin fotoğraflarını çekmişlerdi sanki. Müzik duyuluyordu, en gözyaşı dökmek isteği uyandıran cinsten. Oysa sular tamamen durgundu.
Bitki çayı kokusu vardı sokaklarda. Limon ağaçlarını anlatmıyorum bile. Öyle bir yerdeydik işte, çok tanıdık gelen, hiç bilmediğimiz.
Deniz fenerinde yaşamak fikri vardı bir kenarda. Her şeyi bırakıp izlanda'ya yerleşmek ya da! Anladınız işte. "işe geç kalmak mı daha büyük mevzuuydu, balık tutmaya giderken kitabı evde unutmak mı" ona karar veremedim bir türlü!
Sudan sebepler vardı oysa her şey için. Merak etmeyin çeşme değil damacana suyundandı hepsi.
Bir cevap anahtarı vardı elimde, aklınızdaki tüm sorulara karşılık gelen. Kaybettim şimdi. Ve cevapları unuttukça daha da mutlu olamaya başladım.
"Çiçeklere kanma!" dedi yaşlı kadın. Bana değil o genç kıza. Oysa bahardı her yer. Görme dedi yeşili.
Kırgındı.
Carlos Santana'nın gitarı gibi sesleri vardı rüzgarın. Jill Scott'ın sesi gibi bir yağmura ihtiyacı vardı toprağın. Dünya dönmek istemiyordu sanki. Ayak sürüyordu. Bir kareoke barda back to black'i söylüyorduk biz. Sanırım duydular sesimizi.
Bir aşkı özlüyordu üzgün bir adam. Hiç yaşamadığı!