herkes, o senin baban, ileride pişman olmayasın diyor.
ama ben sana "baba" bile diyemiyordum ki hiç, hatırlıyor musun? ilkokulda, ortaokulda belki de sırf baba dememiş olmak için "babiş" dedim sana. aramızda hiçbir zaman oluşmamış olan sıcak baba-kız ilişkisine yakışır bir hitaptı bu. ben sana söyleyince seni gülümsetse de, hep havada asılı kaldı.
lisede, hitap etmekten kaçındım. "sen" dedim, bazense isminle hitap ettim. zaman ilerledikçe daha sık hitap etmeye başladım isminle. için hiç sızladı mı bilmiyorum ama, pek sesini çıkarmadın.
ben 1 yaşındayken gittin, gitmişsin yani, sen hiç dolandırmadan anlatamadın bana. ben kendim öğrendim. annem desen, senden konuşmayı sevmiyor, seni sevmememe yol açacak şeyler söylemekten korkuyor. sonradan ikimiz de farkettik gerçi, sen o işi hepimizden iyi yaptın, seni sevmemek için tonla neden verdin bana, bir sürü anımız var seninle içimi burkmaktan başka bir işe yaramayan.
en çok özendiğim şey babalarına aşık olan kızlardı. hatta senin yüzünden, buz devri'nin son filminde boğazıma bir yumruk geldi, yerleşti. baba mamutun kızıyla olan ilişkisine hüzünlendim, hayatım daha saçma bir hal alabilir miydi? hiçbir zaman "benim için her şeyi yapar o" diyebileceğim bir adam olamadın. aksine, "bana her şeyi yapabilir," diyerek kendimi korumaya çalıştım hep. insan kendisini babasından korur mu? babası, kızını tüm dünyadan korumayı iş edinmez mi? bizim için bu söz konusu değildi sanırım.
lisede, "gel, benimle yaşa," dediğinde heveslenmemek için ne kadar çabaladığımı hatırlıyorum. sonunda seni tanımak için bir fırsat geçmişti elime, artık çok geç demedim hiçbir zaman. aldım eşyalarını, sana geldim. önyargılarımı da almamıştım yanıma, yani koca bir şansımız vardı elimizde. çok güzel şeyler yapabilirdik o şansla. bunun yerine, ikimiz de daha dibe battık. o sene alkole gereğinden fazla bağlanan yalnızca sen değildin. yarım bıraktığın şişeleri ben bitiriyordum, birbirimize mi katlanamıyorduk, ben mi senin çaresizliğine katlanamıyordum bilmiyorum. tek bildiğim, geçtiğimiz yıllarda ne kadar içtiğimi bildiğini, bunun 16 yaşında bir kız için tehlikeli olduğunu düşünebileceğin halde kılını kıpırdatmadığını öğrendiğim an sana ne kadar sinirlendiğimdi. o zaman bıraktım sana baba demeye çalışmayı. beni umursamadığını düşünürdüm önceden, şimdiyse yalnızca güçsüz olduğunu düşünüyorum.
en büyük kavgamızı ettiğimiz gün tedaviye başladım. çok karşı çıktın, sürekli abarttığımı iddia ettin. psikiyatr'ın dediklerinden sonra sesin kesildi, anladığını düşünmüştüm. ama aylardan sonra, neden uzun zamandır eve gelmediğimi sormak için aradığında, yeniden cesaret ettin "büyüttüğümü" iddia etmeye. ben yine geç anladım, senin durumun ciddiyetinden kaçmak için inkara başvurduğunu. bu katlanabileceğimin de fazlasıydı. hayatımdan çıkardım seni, sen de itiraz etmedin zaten, "yolun açık olsun," dedin.
şimdi hayatımda yoksun, neredeyse 6 ay olacak. üzücü belki ama, hiç olmadığım kadar iyiyim. psikologlar da, psikiyatrlar da yok artık. yeniden düzgün düşünebiliyorum, kendimi sevmeye bile başladım. yine de içimde bir yerlerde çok umut ettim bir "eksiklik" hissetmeyi. insanlar "o senin baban" dediklerinde, içimin sızlamasını istedim. diğer kızlar gibi, benim ilk aşkım babam, diyebilmek istedim. seni dünyaya karşı savunmak, toz kondurmamak istedim ama, üstün başın tozu geçtim çamur içinde be adam, ben ne yapabilirim ki?
hayatımın sonuna kadar sırtımda taşıyacağım bir özlem bu, "baba" olgusu. ha, aklıma gelmişken, yüzüne söyleyemem artık bunu, bari yazmış olayım.. keşke annemi arayıp suçlamasaydın onu, keşke tehdit etmeseydin, keşke hayatında ilk kez bir ayrıcalık yapıp, bir kez olsun hatayı kendinde arasaydın.. o zaman senin için minicik, ufacık bir şans yaratabilirdim belki yeniden, günün birinde. bunu da elimizden aldın, yazık oldu.
hiç merak etmedin ya, anneme de telefonda sormamışsın çünkü nerdeyim nasılım diye, ben yine de söyleyeyim, içimde kalmasın. ara sıra sorardın "keyifler yerinde mi?" diye. keyifler yerinde be paşam, bir sıkıntımız yok.