ben bu yazıyı asuman teyzeye yazdım

entry1 galeri
    ?.
  1. ASUMAN SULTAN
    ...
    Annem o herkesin bayıldığı, ama tarifini kimseye vermediği karabiberli tavuklu böreğini yapmaya başlayınca sevinirdim. Misafir gelecek demekti. Hem belki de Asuman Teyze gelirdi... Komik kadındı, iyi kadındı, yaramaz kadındı Asuman Teyze... Gelince önce annemi, sonra kızkardeşimi, en son beni kucaklardı sımsıkı; dudağımın hemen kıyısından, ama yine de yanağım sayılacak yerimden öperdi. Çiçek kokardı ama tam çiçek değil, yiyecek bir şeyler gibi de kokardı; sanki bilmediğim bir meyve gibi, hem koklamaya hem yemeye yarayan bir cennet meyvesi gibi... Kedi gözü gibi sapsarı gözlerini koca koca açar, "Ay her görüşümde daha da büyüyor bu oğlan, nasılsın bakayım Fatih, kaç kızı fethettin?" derdi; evet, her seferinde bunu derdi, ben her seferinde kızarırdım, o her seferinde kahkahayla gülerdi...

    Normalde eve girmeyen ben, hiç bir misafirin yanında gerektiğinden bir saniye bile uzun kalmayan ben, Asuman Teyze geldiğinde o gidene dek kapı dışarı çıkmazdım. Öylece kız gibi kenarda oturur annemle sohbetlerini dinlerdim. Ne söylediklerini hiç anlamazdım, umurumda da değildi, ben Asuman Teyze'yi seyrederdim. Koskoca kadın olmasına rağmen çocuk gibi bir yüzü vardı, burnunun üstünde çiller... Burnu gülerken kırışırdı ve o kadar çok gülerdi ki burnunun kırış kırış kalmamasına şaşırırdım. Yüzüne tezat iri kıyım bir kadındı, kolları dolgun, göğsü dolgun, bacakları at bacağı gibi... Güzel miydi? Pek değil. Ama çok gülerdi. Hiç bir şeye kızmaz gibi görünürdü. Demek ki güzeldi.

    Onu izlerken dalar giderdim. Annem "Fatih ekmek alınacak" dediğinde sinirimden haykırasım gelirdi; bakkala gidip dönmek nereden baksan üç dakika, o kadar zaman harcanır mı yani? Asuman Teyze "Fatihciğim, bana da bir paket uzun Maltepe alır mısın?" deyip koca çantasında para aramaya başladığında ise içimden "Bakkal Çin'de bile olsa giderim!" derdim, bakkala gitmek o kadar da kötü değildi aslında, ne olacak ki, üç dakikalık yer... Sanki ayaklarım yere değmeden uçarcasına gider gelirdim, kırmızı beyaz uzun Maltepe paketini Kaf Dağı'nın ardındaki sihirli elmayı getiren prens edasıyla ona uzatırdım. Alırdı ve usulcacık yanağımı okşayıp "Aferin oğlana, bak ne akıllı" derdi... Neden akıllı olduğumu anlamazdım ama sanki arenada aslan öldürmüş gladyatör gibi kasılırdım...

    Yine oturup sohbeti dinlerdim; kocasını anlatırdı (pek severdi kocasını, sinir olurdum), çocuklarının yaramazlıklarını, kaynanasının nasıl nemrut olduğunu anlatırdı. Annemden karabiberli tavuklu böreğin tarifini almaya çalışır, alamayınca da "Aşkolsun Hediye, vallahi küseceğim" der gülerdi. Küsmezdi hiç.

    Yakasından memelerinin çatalı görünürdü, heyecanlanırdım. Memelerinin de çilli olmasına şaşırırdım. Daha güzel olurdu gözümde... Hep sıcaktan bunalırdı, "Of Hediye" derdi anneme, "Yazın sıcak basıyor, kışın sıcak basıyor, sıcakladım vallahi" derdi, "Bitse de rahatlasam" derdi... Neyin bitmesini istediğini anlamazdım ama o her neyse bitmesin isterdim, çünkü çok bunalınca eteğini dizlerinin bir karış üstüne dek kaldırır, hafifçe bacaklarını aralardı. Başım dönerdi.

    Kasıklarım zonklardı. Erkekliğim dikilirdi. Zonklardı. Elimi cebime sokardım o zaman belli olmasın diye... Dayanabildiğim kadar dayanır, sonra tuvalete koşardım. Daha tuvaletin kapısından girmeden kafamda soymaya başlardım onu, çilli memelerinin uçları kızılımsı olurdu...

    Tuvaletten nefes nefese ve kızarmış olarak çıkmamak için oyalanırdım çabucak... Çabuk çabuk oyalanırdım ki Asuman Teyze "Hediyeciğim, hadi sana doyum olmaz, adam (kocasına hep adam derdi) bekler" dememiş olsun...

    Yine gelir otururdum. Bakardım, bakardım, bir daha bize misafirliğe gelene dek gözlerimi doldururdum onunla... Erken geldiyse ve uzun oturduysa, tuvalet seansım ikiye (bir kaç kez de üçe) çıkardı... Hatta bir seferinde "Senin oğlan tuvalete gidip duruyor, bağırsakları mı bozuk, kolera falan olmasın Hediye?" demiş ve çıngır çıngır bir kahkaha atmıştı, yerin dibine girmiştim...

    Bereket annem o işlerden hiç anlamazdı; kendisine "iyi kadın yatakta zevk almaz. Eğer mayası bozuk olup zevk falan alıyorsa da bunu asla kocasına belli etmez, çünkü kocası o zaman 'benim karım bu işe düşkün, ben yokken beni aldatır' der. Tam tersine kocasına bu işten ne kadar nefret ettiğini göstermelidir, çünkü o zaman kocası 'ah benim fedakar karım, benim için ne eziyetlere katlanıyor' diyerek onun kıymetini bilir." diye öğüt verilmiş zamanında... Annem de bu öğüdü, her şeyi yaptığı gibi sorgusuz sualsiz kabullenmiş. (Yıllar sonra kızkardeşim boşanırken ve ben onunla dertleşirken öğrendim bunu, annem aynı öğüdü kızkardeşime de vermiş.)

    Evet, annem anlamazdı, ben onun için minicik bir oğlancıktım; ama anlayacak diye ödüm kopardı... Yo, kızar diye değil, hatta utanmak bile aklıma gelmezdi; yalnızca Asuman Teyze geldiğinde beni "Git oyna" diyerek sokağa salar diye çok korkardım...

    ---

    Yıllar geçti. Taşındık. Büyüdüm. Okullar bitirdim, sevgililer bitirdim. Evlendim. Boşandım. Evlendim. Boşanıyorum...

    Geçen hafta annemi ziyaret ettiğimde her zaman olduğu gibi havadan sudan konuşuyorduk. "Asuman aradı geçen hafta." dedi. içim cız etti. O ana kadar yıllarca ne adını duymuş, ne de düşünmüştüm onu; çocukluğunuzun tekerlekleri yaldız kağıtlı bisikleti gibi, hiç aklınıza gelmez ama bir duvara dayanmış aynı renkte bir bisiklet görürsünüz de içiniz cız eder ya, öyle.

    "Sultan Huzurevi diye bir yerde kalıyormuş" dedi annem; "Yazıklar olsun çocuklarına, adam ölünce onu oraya atmışlar." dedi. "Sultan Huzurevi, sultanların atıldığı huzurevi" diye geçirdim içimden, "Asuman Sultan"...

    Hafta sonunda kocaman bir çiçek yaptırdım, sapsarı çiçekler... Buketin süslü kağıdının altına bir paket uzun Maltepe sakladım. Huzurevine sigara sokulmaz ama yine yanağımı usulcacık okşayıp "Aferin bak, ne akıllı oğlan" desin istedim.

    Gerek annem yüzünden, gerek toplumsal anlatılar yüzünden, gerek romanlar, gazeteler, tv dizileri yüzünden; Asuman Teyze'yi çökmüş, mutsuz, tıpkı yaşlı bir barınak köpeği gibi kendi ölümüne terkedilmiş bir halde bulma korkusuyla ayaklarım geri geri giderek huzurevine vardım.

    Girişte önümü kesip "Size nasıl yardımcı olabilirim?" diyen profesyonel gülüşlü kıza "Asuman Tuğcu'yu ziyarete geldim" dedim. Kızın profesyonel gülüşü birden içten bir gülüşe dönüştü ve "Asuş'u görmeye mi geldiniz?" dedikten sonra beni şaşkınlıklar içinde bırakıp yandaki kapıya doğru "Asuuuuuş, yine ziyaretçin var!" diye seslendi.

    Asuman Teyze geldi.

    Burnu kırış kırış olmuştu, ilk gördüğüm bu oldu çünkü her zamanki gibi gülerek geldi. Bu kez gülmesi bitince kırışıklıklar düzelmedi. Çukura kaçmış, kataraktın hafifçe grileştirdiği sapsarı kedi gözlerini mümkün olduğu kadar kocaman açtı ve sordu: "Buyur oğlum, beni mi aradın?"

    Kendimi tanıtmadan sarıldım. Cennet meyvesi kokusunu aradım. Buldum. Dudağının hemen kıyısından, ama yine de yanağı sayılacak yerinden öptüm. Kim olduğumu bilmeden o da bana sımsıkı sarıldı...

    Sarılmamız bitince "Ben Fatih, Asuman Teyze, hani eski mahalleden Hediye'nin oğlu" dedim... Yine gülüverdi, "Aaaaaa Fatih, kaç kız fethettin bakalım?" dedi. "Çok..." dedim buruk buruk. "Gel şuraya oturalım da anlat." dedi; gölgeli bir pencere önündeki ufak masaya geçtik. Çiçeğini uzattım. Aldı, kokladı, minik, çilli, kırışık burnunun ucunda minicik bir leke halinde çiçek tozu kaldı. Cesaret edip elimi uzatamadım, silemedim.

    Sonra uzun Maltepe paketini buldu, "A akılsız oğlan, huzurevine sigara mı getirilir?" dedi. Ben güldüm, "Akıllı oğlan demen için getirmiştim." dedim. Hatırlamadı, "Neyse, bekçiye veririm, çok oldu ben bırakalı" dedi. Çocuklarını sordum, "Dün kavga ettik." diyerek geçiştirdi, "Bu çiçekleri vazoya koymak lazım, hadi odama çıkalım, hem sana odamı göstereyim." diye çabucak konuyu değiştirdi.

    Odasına çıktık; minik, temiz, aydınlık, hem çiçek hem meyve kokan şirin bir odaya girdik. Koca bir vazo vardı sehpanın üzerinde, içinde çiçekler... Bir vazo da pencerenin önündeydi, yine içinde çiçekler... Arandı, yeni vazo bulamadı. "Bunları kız getirdi," dedi sehpayı göstererek, "dün". Pencereyi gösterdi, "Bunları da oğlan..." (Kızına kız, oğluna oğlan dedi yalnızca.)
    Hınzırca güldü, "ikisiyle de kavga ettim!" dedi, orada olmadıkları halde onlara yine meydan okuyarak... Elinde sarı çiçekler, burnunda sarı çiçek tozu, bir eli belinde, öylece upuzun dikilerek, nedenini hiç anlamadığım halde bana da meydan okudu:
    "Ben burada kalmak istiyorum!"

    Çiçekleri yatağın üstüne koyup "Evli barklı insanlar onlar Fatih," dedi; "Genç gelinim var kıpır kıpır, genç damadım var aslanlar gibi... Kaynanam bize gelirdi de adamla rahat rahat iş tutamazdık." dedi, şirin bir edepsizlikle göz kırptı. Afalladım.

    "Kıza da oğlana da söyledim; beni eve alıp kendinizi avutacağınıza, odanıza gidin eşinizi avutun dedim." dedi. "Ah ne kızardım kaynanama, ben de mi kaynanam gibi olayım Fatih?" dedi. "Kadın da erkek de yanar," dedi bana; "Birbirlerinin ateşini söndüremezlerse evlilik kül olur." dedi. "Ağız tadıyla sevişilmeyen evlilik yürür mü?"

    Yüzüne baktım. Sapsarı gözleri ateşti hâlâ... Sevgililerimden, eşlerimden çok daha yangındı. Başım döndü. Sevgililerimin, eşlerimin tükettiğini sandığım erkekliğim dikildi. Ne zamandır hiç olmadığı kadar sert ve aniden... Elimi cebime soktum. Hayretler içindeydim, suçluluk duygusu içindeydim, ama elimi cebimden çıkarabilecek kadar sakinleşemiyordum.

    O hâlâ bir şeyler anlatıp duruyordu, duymuyordum, umurumda da değildi; ben şimdi ona uzun Maltepe almak için taa Çin'deki bakkala koşmaya hazır Fatih'tim, o da bunalarak eteklerini sıyırıp bacaklarını aralayan ve "Of Hediye, çok sıcakladım" diyen Asuman Teyzeydi. Kasıklarım sanki nabzımdan hızlı zonkluyordu...

    Ama koca adamdım artık, kendime bu zonklamaların cevabını veremedim, utandım, kızardım; lafının ortasında pat diye "Ben gideyim Asuman Teyze, yine uğrarım." dedim ve elimi cebimden çıkaramadan kalktım.

    Yine güldü, hep gülerdi; "Tamam Fatihciğim," dedi, "annene selam söyle"...
    Tam odadan çıkarken arkamdan usulca "Fatih," diye seslendi, "tuvalet sol tarafta"...
    0 ...