yağız, gürbüz, girişken her türk gencinin hayata dair iki idealidir bunlar. lise, üniversite ve toy gençlik yılları hep kafelerde geçtiği için bu mekanları evi gibi benimser, helede bazen* gidilen işlek ve lüks mekanlar, delikanlımızda işletmeci ruhu doğuruverir. sürekli kendi işini yapıp kolay yoldan zengin olmayı, en kısa zamanda spor bir araba ya da cip'e binmeyi hedefleyen genç, ilk ideal olarak, bulunduğu şehrin en işlek ve en güzide cadde ya da semtinde bir kafe açma moduna girer ve iş hayatı başlayana kadar bu minval üzerinden yaşar...
gelelim kısa film olayına. aynı gencimiz hep kendini doğal bir yetenek olarak görür, basılı ve görsel materyaller aracılığı ile seyrettiği herşeyden çok fazlaca etkilenir ve '' ulan benim bunlardan neyim eksik diyerek, içindeki marlon brandoyu uyandırır. heleki böyle kısa film olayı ile zirveye çıkan bir yönetmen ya da artistin başarı hikayesini öğrendiyse, artık on kaplan gücündedir ve onu hiçbir şey durduramaz...