Bukowskinin kitabın boşluklarını bile övmesiyle ünlenen Toza Sordan bahsetmezsek olmaz tabiki.
Hatta söylediği tam olarak bu:
derken bir gün bir kitap çektim, açtım ve kalakaldım.
birkaç paragraf okudum. sonra çöplükte altın bulmuş biri gibi kitabı masaya götürdüm.
cümleler sayfada yuvarlanıyordu, kayıyorlardı. her cümlenin kendine özgü bir enerjisi vardı.
cümlelerin özü sayfaya bir biçim veriyordu: sayfaya oyulmuşlardı sanki.
duygusallıktan korkmayan birini bulmuştum sonunda.
mizah ve acı olağanüstü bir kolaylıkla iç içe geçmişti.
o kitabın ilk sayfaları benim için çılgın ve büyük bir mucizeydi.
evet, fante beni çok etkiledi. o kitapları okuduktan kısa bir süre sonra bir kadınla yaşamaya başlamıştım.
benden daha ayyaştı ve korkunç kavgalar ederdik.
bazen ona, bana orospu çocuğu deme! bandiniyim ben, arturo bandini diye bağırırdım.
fante benim tanrımdı ve tanrıların rahatsız edilmeyeceğini, kapılarının çalınmayacığını biliyordum.
ama angels flightın neresinde oturduğunu tahmin etmeye çalışır, hala orada yaşadığını tahayyül etmeyi severdim. hemen her gün ordan geçerdim.
camillanın tırmandığı pencere bu muydu? lobi bu mu?
hiçbir zaman emin olamadım.