yaptıklarınızın pişmanlığı gün oluyor geçiyor, öyle ya da böyle. ama yapmadıklarınızın, söylemediklerinizin pişmanlığı bir ömür kalıyor, vicdan çeperinizde..
hani yapmışsındır, yemişsindir bir halt, geçer. geçmese de geçirirsin.. bir zaman sonra kendini haklı çıkartmaya, bahanelerinin içini doldurmaya başlarsın.. geçer. ama ya yapmadıklarının?
15 yaşımdaydım, işini gücünü evini bırakıp, kapımızı çaldığında. 4 yıldır maaile görmüyorduk yüzünü. haber de almıyor, telefon numarasını dahi bilmiyorduk. öylece gelmişti. çalıştığı iş yeri kapanmış, birikmiş parası bitmiş, arabasını satmış, onu da bitirmiş ve sevgilisinden ayrılmıştı. yani, gelmek zorundaydı.
askerden döndükten sonra kendi hayatını kurmak istediği için hepimizi silmişti. bu "hepimiz"in içinde ben en küçük ayrıntı bile değildim. kardeşleri ve annesiydi önemli olan. ama yine de gelmişti ve artık bizimle yaşayacaktı.
25 yaşındaydı. 6 çocuklu bir ailenin en küçüğü, tek erkeği. her yönden kıymetli.
babam o zamanlarda şerefsiz bir pislikti. o yüzden, bizde kaldığı süre boyunca asla huzurlu olamadı. zaten aradığı huzur falan da değildi. gidecek yeri, yapacak bir şeyi yoktu.
ama değişmişti, çok değişmişti. yani bu öyle bir değişme değil. 4 ay kaldı bizde. 4. ay, ramazan ayıydı. inançlı olduğunu biliyordum, ne cumalarını kaçırırdı ne de orucunu. 4 ay hiç cumaya gittiğini görmedim, o ramazan oruç tuttuğunu da. nedenini bilmiyordum, dedim ya, ben çok küçük bir ayrıntıydım.
ama akşam vakitleri kopan kıyametlerden anladığım, dayımın ölmek istediğiydi. memlekete haber uçmuş, herkes bize gelmişti. ne var ne yoksa konuşuluyor lakin dayım bir türlü sakinleşmiyordu. hepimizden nefret ettiğini söylüyordu. bir zaman sonra herkes evine dağıldığında, dayım daha da kötüleşti..
o dönem, hafta sonları bir yerde çalışıyordum, annem ekmek alabilsin diye. dayım ekstra bir boğazdı ve babam pisliğin tekiydi. dayım evde olduğu sürece mutfak için hiçbir harcama yapmayacağını söylemişti. okul çıkışları da çalışırsam eğer, haftada 10 tl geçiyordu elime. onu da dayım sigara almak için istiyordu. ne acı! bunun o'nda yarattığı travmayı anlayamıyordum ama bir travmaydı. ve bu gerçekten en önemsiziydi..
kimliğini kaybetmiş yeniden çıkarttırmak için uğraşıyordu bir yandan da iş görüşmelerine gidiyordu. ama hepsi olumsuz.. bir gün, yüzünde umutla girdi eve. bu sefer olacak galiba, ama yılbaşından sonra arayacaklarmış dedi. mutluydu..
ben 15 yaşımdaydım ve ergendim. bütün çocukluğum ezik geçti. ergenliğim daha da ezik. bağıramadığım sessizklerim, bastırdığım nefretlerim vardı. ve ben, aptal insan, bunların hepsini dayıma püskürttüm..
çay koy da içelim derdi, şakayla karışık ve inanılmaz mahcup.. öff aman ya, hiç uğraşamam.. -tribime sıçayım-
beni sevdiğini söylesene dayıcığım, buna çok ihtiyacım var.. canım sıkıyosun dayı! -ağzımı burnumu dağıtayım-
n'apıyorsun yeğenciğim? git başımdan dayı!- allah benim belamı versin-
böyle böyle ergenlikler.. dayımda etkisi ne kadardı bilmiyorum, dedim ya, ben çok küçük bir ayrıntıydım. ama belki ona destek olabilirdim. bir yâr, yaren belleyebilirdi beni. gerçekten ihtiyacı vardı belki de. belki de, ne kadar önemsiz bir ayrıntı olsam da, benden güç alabilirdi. belki de.. ama işte ben sadece küçük beyinli bir ergendim. sanki çaydanlık elime yapışacak, sanki iki kelam etsem dilim kopacak, sanki seni seviyorum dayı desem incilerim dökülecek..
ara ara saçmalardı. ben ölünce nasıl üzüleceksiniz gösterin hadi derdi. biz sıkılırdık, annem ağlardı. ve bazı akşamlar, intihar edeceğini söylerdi, biz sıkılırdık, annem ağlardı..
bir cuma günü, okula gitmek için hazırlanıyordum. dayımda yine benimle konuşmaya çalışıyordu. tabi ben yine ergen.. onu son görüşüm olduğunu bilmiyordum. cumaya gitmek için abdest aldı. ben bu gece intihar edeceğim dedi. duymadım, çıktım..
okuldan geldiğimde evde yoktu, babanneme gittim. geri geldiğimde uyuyordu. anneme bizim odamızda yatmak istediğini söylemiş. annem de gram şüphelenmemiş tabi..
geldiğimde kızmıştım. öfkemi onu uyandırarak almak istiyordum çünkü geri zekalı bir insandım. odaya giriyor, onu bir şekilde rahatsız ediyordum.
sonra uyuduk.
31 kasım gecesiydi. saat 00.45, annemin sesine uyandık. o an yaptığım ilk şey saate bakmaktı, nedense. annem bir oraya bir buraya koşuyor, dayınıza bir şey oldu diye bağırıyordu. dayımı görüyordum ama can çekiştiğini anlayamıyordum. ağlıyordum ama sebebini bilmiyordum. gözlerinden düşen yaşları gördüm ama, eminim..
sonrası tam bir kaos. ablam taksi çağırmış o ara, hiç farkında değilim. hastaneye götürdüler. ben evde kardeşimle yalnızım, televizyon izliyoruz, zaga var..
ne düşündüm, ne olacağını sandım bilmiyorum ama, olan biten kesinlikle beklediğim değildi..
ablam ağlayarak geldi, ben ne oldu diyorum, tamam tamam diyor. ne tamam? dayımın kimliğini aldı, gitti.
sonra babam ve polisler geldi, yine kimse bir şey söylemiyor.
ne kadar zaman geçti bilmiyorum, annemi getirdiler..
şaşkınlığıma bakıp, "dayınız öldü" dedi.
sanki inanmadım, sanki ihtimal vermedim. dedim ya, anlayabiliyordum ama anlamamalıydım. biliyordum ama bilmek istemiyordum. bu beklediğim şey değildi..
polisler evi aradı, bir şişede zehir buldular. siyanürmüş..
o gece nasıl geçti bilmiyorum. sabah teyzemi aramamı söylediler. tek ağlamayan bendim çünkü. aradım dayım öldü dedim, o kadar.. 5 yıl sonra kuzenlerimle konuşabildiğimizde öğrendim, teyzemin görüşmemizden sonra düşüp bayıldığını..
geldiler sonra, cenaze götürüldü. anneanneme kimse söyleyemedi.. afyon yolunda eltisini aramışlar. biz cenaze getiriyoruz, bi bahane bul yanına git diye..
cenaze gitti, taziyeler, ağıtlar.. alt üst olmuş bir kadın, anneannem..
bir takım travmalar, geçmeyen..
ve ben, ergen gerisi aptal ben, bir kez olsun dayıma iyi davranmadım. bir kez olsun çay koymadım, seni seviyorum demedim. benimle konuştuğunda dinlemedim..
11 yıl geçti üzerinden ben hâlâ ölümüne pişman.. bana bakamadığım fotoğraflar, dinleyemediğim şarkılar bıraktı. bense hâlâ küçük bir detayım o'nun için..