kimliksizlik çektiğimiz oluyordu onunla bazen. arada bir kendimizi kaybedip, arada bir yer değiştirip, arada bir yokolup, arada bir patlama noktasına gelip, derin bir uçurumdan uçmanın nasıl bir şey olduğunu tadıyorduk. sırf merak olsun diye.
onun düşüncesi biraz farklıydı benden belki, o diyordu ki, "savaşmalıyım", yapmalıyım. ben diyordum ki, "sakince, kimsenin bilmesine gerek olmadan sessizce bir şeyler yapmalıyım". bazen kavga ettik gecelerce. bazen bu kavganın orta yerinde sarıldık birbirimize. desteğe en ihtiyaç duyduğumuz anda yanımızda bulduk birbirimizi. en anaç tavırlarla, en babacan samimiyetle süzdük birbirimizi. en yalancı halimizle de tanışmıştık, en dürüst halimizle de. dokuz köy ne ki, gzmediğimiz diyar kalmamıştı. görmediğimiz kent, ayak basmadığımız kara, üstünden geçmediğimiz kıt'a, aşmadığımız çöl..ama hep beraberdik işte, ayrılmamıştık hiç ve ayrılmayacaktık. plan buydu..
bir gün hastalandı o, "yapamam ben, bensiz git" dedi..anlamadım. anlayamadım ne olduğunu, hastalığı neydi, söylemedi. sadece "artık ben seni tamamlayamam, sen de bana eş olamazsın artık, ayrı bir yapıdayız" dedi. gene anlamadım. "git!" diye bağırdı en son. "git, bana daha fazla acı çektirme..". ben? ben mi ona acı çektireceğim, ben mi? ona bu kadar değer veren ben, onu bu kadar seven ben..oysa ben hep sadıktım ona, oysa ben hep yanındaydım, her şeyimi bilen oydu, ama o bana en ufak hastalığını bile söylemiyordu artık. neydi bu değişim? neden?
uzun süre düşündüm, onsuz çıktım yola, hayatımda ilk kez..onsuz yapacağıma inanmıyordum, çünkü inancım kalmamıştı bir süredir tanrıya. onu kaybetmek demek benim için hayatla olan bütün bağlarımı yitirmem demekti. onsuz nasıl yapardım ben, bu hayatta nasıl kalırdım..evet, ben sakindim, evet ben soğukkanlıydım, ama şimdi içimden bütün her yeri yıkmak, onun dediği gibi, her şeyle savaşmak geliyordu.. anladım sonra. anladım ki, aslında beni frenleyen, olgun hale getiren şey, ondaki hırstı. biz birbirimizi tamamlamak için yaratılmıştık ve ben bunun sakin kısmını oluşturuyordum. aslında ben de savaşçıydım, ama ondaki hırsı görünce, onu sakinleştirmek için, onun zarar görmesini engellemek için, kendi kendime bu kalıba girmiştim. yola koyuldum..
nice zorluklarla karşılaştım, ağladım tek başıma. haykırdım sonsuz bir vadinin tam ortasında. tek başıma ne yaptığımı bilmedim hiç, amacım da yoktu bunu bitirmek için. dönmek istedim. geri dönüp ona sarılmak istedim, tek istediğim buydu.
onu en son bıraktığım yere, o küçük köye girerken heyecanlanmıştım, "belki" diyordum içimden, "iyileşmiştir, belki gene beni kabul eder, belki gene gelir benimle, belki gene benim ışığım olur". içim içime sığmıyordu.. onun olduğu eve gittim, kapıyı çaldım. kimse yoktu, ev boştu. koştum..sadece koştum, nereye gittiğimi bilmeden. karşıma bir çocuk çıktı, küçük bir kız çocuğu.. "nereye gidiyorsun?" diye sorduğunda cevabım sadece "hiç" oldu. bana " burada yerin kalmadı, git. git ve buraya onu gönder" dedi..birden farkettim, o küçük kız çocuğunun gözleri, gözleri aynıydı. aynı savaşçı, inatçı, gururlu gözler.anlamıştım sonunda ne yapmam gerektiğini.."hoşçakal küçüğüm" dedim. "hoşçakal..".
sanırım aynı hikaye hala tekrarlanıyor ve sürekli birileri bu dünyadan ayrıldıkça yerine yenileri geliyor.