Fantezi alegoriye dönüşürse, bilinçdışı yolculuk özelliğini kaybeder,
basit bir ahlak dersine, ya da basit bir ahlakçı kıssaya dönüşür.
Çerçevesini alegori olarak değil de rüyanın en temel tanımında olduğu gibi,
bir arzu gerçekleştirme anlatısı olarak kuran fantezi,
o çerçevenin içinde ve sınırında yaptığı yolculuklarla,
bilinçdışı zihne çeşitli açılardan göz atma şansını verir okuruna.
Fantezi kahramanı bir büyülü nesnenin peşinde
dünyasının ta öbür ucuna kadar gider ve orada kendini bulur;
Sirenlerin çağrısını dinler, vicdan hesaplaşmasını yapar, direnir ve
böylece saplantılı olmayan bir sevginin yolunu açar kendine;
ölümden ölesiye korkar ve en iyi fantezi geleneği içinde,
korktuğu şeyin üstüne üstüne, ta kalbine kadar gider ve orada
kendi ölümlülüğünü orada, uzakta bırakarak geri döner.
Bütün bunların sonunda da evine, gündelik yaşamına geri döner;
ama değişmiştir artık. Adına ister "tedavi" istersek de Zizek gibi
"semptomunun keyfini çıkarmak" diyelim, kendi "bugün ve burada"sı ile
başa çıkma yollarını öğrenmiş, büyümüş, yetişkinleşmiştir.
Fantezi daima büyümeyi temel aldığı için, çoğu kez
"çocuklara ait" bir tarz olarak bir kenara ayrılır.
Oysa, büyümenin sonu olmayan, ya da
ancak ölümle sonlanacak bir süreç olduğunu unutmazsak eğer,
durmadan acı çekip de bir türlü psikanalize yaklaşmayı
kendine yediremeyen yetişkinle, fanteziyi hayatından çıkarıp atan, yetişkin,
bir ve aynı kişidir aslında. Korktukları şey de bir ve aynıdır:
Güç bela Mordor'a varıp, orada kendi suretlerinden başka kimseyi bulamamak.*