Kendisi olmaya çalışan insanlardan sadece bir tanesiydi klavye başında hiç bir şey yazamadığı halde elleri simsiyah klavyenin üzerinde kaybolan yalnız insan. Aklına kendine bir tarz edinmiş insanların kendileri ile ilgili söyledikleri sözler geliyordu. Hiç birini beğenip de giyinemiyordu üzerine. Kaybetmiş olmalıydı olduğundan hiç haberdar olmadığı benliğini. Ne yapsa aşırıydı, ne yapsa gereksiz. Ama yapmak istiyordu. Kimse de tutmuyordu klavyenin üzerideki ellerini. O halde neyi bekliyordu? oda da açık bir pencere, içeriden kafa ütüleyen bir televizyon sesi, fonda farid farjad vardı. Saçmalıyordu düpedüz. Birazdan ışığı da kapatacak yalnızlığını daha bi yoğun hissedecekti.
Yalnızdı, yapayalnız. Sözlüktekiler de öyle değil miydi zaten. Sohbet edecek bir dostu, sevdiği varsa, ne işi vardı sözlükte. Kimi siyasi görüşünü paylaşıyor, kimi fantezilerini sansürsüz açıyordu herkesin önüne. Ağız bozuktu, her iki kelimeden biri küfür ya da cinsel bir terimdi. Herkes sahip olamadıklarını dillendirirken, o sahip olduğu en büyük şeyi anlatmaya çabalıyordu. Yalnızlığı siyasi bir söylemle her iki kişiden biri zaten dillendirmemiş miydi? O halde neydi bu hala anlatmaya çalışma çabası, neydi bu yalnızlığı tekrar tanımlama sevdası.
Böyle durumlarda yapabilecek en güzel şey tanımadığı biriyle konuşmak, illaki bir konu olması gerekmez. Eğer amacı birilerini ayarlamak değilse kişinin, zaten konuştuğu kişinin cinsiyeti de fark etmez. Kimi zaman da yapabilecek en kötü şeydir tanımadığın biriyle konuşmak, zira bir daha konuşamama fikri bir hayli rahatsız eder.