Yeşil Yol'la tanıştığım büyük üstat Stephen King'in bir solukta okuyup bitirdiğim, adama bir kez daha hayran kaldığım romanı. ilginçtir King antolojisinde de sekizinci kitap (galiba) benim de bitirdiğim sekizinci kitabı.
Kitabı o kadar beğendim ki internet sitelerinde dolandım bakayım insanların düşünceleri ne diye. Vay anam vay. King'in o kadar çok sayıda harikulade kitabı var ki Christine ilk ona zor girmiş kimi sıralamalarda. Başka yazarların başköşeye konulacak kitabı, King külliyatında iyi olarak niteleniyor. O, Mahşer, Hayvan Meszarlığı, Sadist, Medyum,Kara Kule vs'nin gölgesinde kalmış. Bir nevi çok süslü, zarif yarış atlarının arasında dolanıp duran bir midilli gibi Christine.
Bu demek değil ki kitap vasat. Bence olağanüstü. iki yıl önce ortalıkta koşuşup duran insan öldüren ve kendi kendini onaran bir araba hikayesi okuyup tırsacağımı söyleseler kahkahalar atardım. Christine'i okuduktan sonra atamıyorum. King amcam öyle bir yazıyor ki her evin garajında bir Christine varmış gibi oluyorsunuz. Her arabanın kendi kendini onarmasını bekliyorsunuz. Gece saat dörtte evime dönerken tırım tırım tırstım, ordan burdan Christine fırlayacak, beni kovalayacak diye.
Dennis (yakışıklı, sportif genç), Arnie (her yerde tu kaka edilen, koca gözlüklü tipsiz genç), Leigh (okula yeni gelen harikulade kız) ve tabi Christine arasındaki karmaşık bir aşk dörtgeni bu kitap aslında. Ama King öyle güzel anlatıyor ki, Dennis ve Leigh muzaffer olsunlar diye çığlıklar atarken, Arnie'ye üzülüyor, Christine hala geberemedin mi nasıl ölmezsin diye küfürler sıralıyorsunuz.
King amcam her bir bölüm başına eski Rock'n'Roll şarkılarından dizeler koymuş ve hikayeyle bağlandılandırmış. Belki bize bir şey ifade etmiyor ama bir Amerika vatandaşına nostalji hissi verip kitaptan daha çok haz almasını sağlayacağı kesin.
Sadece çok iyi bir korku romanı değil Christine; aynı zamanda arkadaşlık ilişkilerinin önemini, okuldaki haysiyetsiz hiyerarşiyi, anne babaların bencilliklerini, ergenlerin aşk meşk konularındaki tecrübesizliğini ve kötülük/ iyilik savaşını da çok güzel irdeliyor. 400 sayfalık bir romana bu kadar şey sığdırabilmek doğrusu şapka çıkartılacak bir olay.
Bazı sahneler var ki insana tırs tırs tırs diyor sadece. Christine'in karanlık bir ormanda karlar içerisinde kendisine eziyet eden iki haydutu yakalayıp öldürdüğü sahneler tam bir korku bayramı. Issız yollarda dikiz aynasından bakıp "bir kilometre kadar geride göz gibi parlayan farları" görmekten korkacağınız kesin.
Eline sağlık Mr. Stephen King. Senin hakkında şöyle kalitesiz böyle ucuz romanlar yazıyor diyenler dönsünler de kıçlarını seyretsinler.