Dergahta soğuk bir rüzgar esmekteydi. Kimseden çıt çıkmıyor. Nefesler tutulmuş halde, herkes mürşidin gözlerinden gözlerini kaçırıyor ve mübareğin sinirlenmemesi için rablerine yakarıyordu. Mübarek sol eliyle buruşturduğu gözlerini hiç açmadan en net sesiyle konuştu:
-Götürün şunu buradan!
Hemen 2 sofi adamın kollarına girdiler. Haydi kardeş gel sen, şeyh yorgun, zorluk çıkartma, haydi mübarek Sadece Peki dedi.
Dışarı çıktığında hafiften yağmurun başladığını gördü. Uzun süredir yıkanmamıştı. iyi olacağa benziyordu. Damlalar hafifçe düşer ve ona sadece beklemek kalırdı. Yaz yağmuru bedeninden esip geçer, dere yakınlarında kurbağalar bu seremoniye tempo tutarlar ve kurtçuklar mezarlardaki ziyafetlerine ara verip gökyüzüne bakarlar. iyi olacak gibi.
Parka girip bir banka oturdu. Çok kötü kokuyor olmalıydı. Güzel dedi kendi kendine. Kaskatı olmuş saçlarını yana çektirdi. Yerdeki su birikintisinden kendini gördü. Bir kez daha Güzel dedi. Ben güzelim.
Yanına 2 çocuk yaklaştı. Ona yabani bir hayvana bakar gibi bakıyorlardı. Sırıtmak istiyor ama sırıtamıyorlardı sanki. Adam sordu:
-Ne var?
-Bir şey yok amca. Öyle merak ettik.
-Ha Pekala
-Neden elbiselerin yırtık?
-Bilmem. Seninkiler neden değil?
-Eskiyince annem yenilerini alıyor da ondan.
-Evet.
-Senin annen var mı?
-Hatırlamıyorum.
-insan annesini unutur mu ya!
Burnuna parmağını sokarak cevap verdi: Karıncalar ihanet etmez.
Çocuk yanındaki dönüp fısıldadı: Çatlak galiba bu be!
Peki. Amca böyle çıplak ayakla üşümüyor musun?
Kabuk. Pus. Alıştım. Yatacağım.
Çocuklar ona çözmeye çalışan gözlerle bakarken uykuya daldı. Yağmur yine hafif hafif atıyordu. Bitkilerin duyabildiklerini hiç düşünmüş müydü? Hatta hissedebildiklerini. Oysa biz sürekli kendi basitliğimizden bahsederek onu taçlandırıyoruz.
Yanındaki 29 kuşla birlikte günlerdir uçuyordu. Etrafına bakındı. Kanatları kopmak üzereydi. Arkadaşlarının çoğu ölmüştü. Hepsi belli yerlere kadar dayanabilmişlerdi. Onun bu denli dayanması ise tam bir mucizeydi. Dondurma olsaydı keşke. Kaf dağını aşmak üzereydiler. Herkes artık bu son duraktan sonra mucizeyi görebileceklerini, kimbilir ne de müthiş olduğunu söylüyor, dayanmaları için birbirlerine metanet aşılamaya çalışıyordu. Aradan bir gün batımı geçtiğinde alacakaranlıkta dağın ucundaki mağaraya ulaştılar. Dondurma istiyorum. Mağarada ne kadar bakınırlarsa bakınsınlar mucizeyi bulamadılar. Neredeydi? Hepsi bir kandırmacadan mı ibaretti yani? Büyük bir hayal kırıklığı. Baştan çok üzülenler oldu. Daha sonra sinirlenenler ve sırasıyla küfür edenler. Bir de şimdi o kadar yolu geri dönmek var. Of ulan of!
Uyandı. Hava hala aydınlık gibiydi. Elbiseleri iyiden iyiye nemlenmişti. Yürüyüp yola çıktı. Elini açıp yolda beklemeye başladı. 1 saat civarında yolda dikildi. iki lokma bir şey yiyecek ve şarap alacak parayı anca toparladı. Markete doğru giderken kendi kendine söylenmeye başladı:
Ulan hoca ben sana ne yaptım! Puşt hıyar! Benden daha iyi biliyor sanki. Su. Toplamış yanına 30 tane ahmak ahkam kesiyor. Ulan ben o kuşun kendisiyim. Sakal. Cama çıkan yok hiç. Yok efendim. Orada ilham varmış. inananlara pek çok ibret varmış. Konzeküle. Sen kaç yüz tane kuşu orada telef et ondan sonra bakalım anladı mı? Benciller. Sütlü börek. O kuşlar sadece kandırıldı. Ahmakça hem. Mucize aslında sizsiniz! Haha! Aklınıza osurayım. Osturtu. Bir de Yok değilmiş. Geri zekalılar!
Markete girdi. Ekmek arası bir şeyler yaptırdı. Bir şişe de gazeteye sardırdı. Geri dönüp çilekli dondurma aldı ve doğru inşaata
Annesinin onca tembihine rağmen lanete büyüyle tutulmuştur Narcissus. Su içerken yanlışlıkla kendini görür ve ağılanır. Hareket dahi edemez. Yemeden içmeden kesilir bu güzelliği bozmamak uğruna. Tabi patetik şekilde bu hareketi yavaş yavaş güzelliğini mahveder. Ama o bunu fark edemeyecek kadar sarhoştur.
Yeryüzünde yalnız biz vardık.
Bir kuştan daha cesur ve hafiftin.
Bir hayal gibi,
Merdivenleri uçarak,
Yağmurlarla ıslanmış
Leylakların arasından...
Geçirip, aynanın ötesindeki
Ülkene götürürdün beni.
Gece çöktüğünde,
Bana mutluluk verirdi.
Mihrabın kapıları açılır,
ışıldardı yavaşça,
Yere uzanan çıplak bedenin.
Ben uyanır,
"Tanrı seni kutsasın" derdim.
Oysa bilirdim bunun ne kadar
Cüretkar ve manasız olduğunu.
Sen uyurdun.
Aslında burada anahtar kelime pişmanlık. insan geçmişine baktığında en çok pişmanlıklarını okur. Bunu en çok aksinizi seyrederken yaşarsınız. insan kendi yüzüne baktığında gördüğü her çizgi pişmanlıklarını anımsatır ona. Amnezi ile yiteni tekrar gün yüzüne çıkarır. Bir nevi sinestezidir aslında bu hal. Negatif de olsa mucizevi bir yanı vardır. Çünkü tam da bu noktada baktığınız ile gördüğünüz tam olarak farklıdır. işte sinemanın büyüsü de buradan gelir.
Ve Andriy dersi böylece kapatmıştı.
Öğrencisinin getirdiği suyu içerken şeyhin elleri titriyordu. Her türlü melun da onu bulurdu ya zati. Boş bardağı müridine uzattı. Kafasını hafifçe kaldırıp konuştu:
irşad yolunda çekilen her çile Allah a (celle celalüh) ulaşma yolunda bir adımdır. Bizim isteğimiz ise cennetten ziyade Cemalullahtır. Kamil kişi metanetini kaybetmeyendir.
Şarabın mantarını ittire ittire içine düşürmüş ve içmeye başlamıştı. Yağmur durmuştu. Toprak kokusu insanın paçalarından içeri süzülüyordu. Böcekler bu güzel banyodan sonra keyifle duyargalarını sallıyorlar. Prizmatik yeşil sinekler yeni düşmüş sımsıcak bir at boku etrafında çılgınca koşuşuyorlar ve örümcek ağır ağır tırmanıyor
Zaman mefhumundan yoksun her ruh özgür. Zaman olmasaydı pişmanlık olmazdı. Tahta ve taşın önünde saygıyla eğil. Geçmişin sırlı camına saplanan bizler çoktan yok olmuşuz. Ve buna rağmen kendimizin basitliğini överek bataklıkta çırpınıyoruz. Çabamız boşuna.
Tüm bunların sonunda şeyh az da olsa haksız oluşuna kızgın, Andriy ölü, kuşlar sukut-u hayale düşmüş, iki çocuk unutkan, uğur böcekleri kavuşmuş, dinamit kıçımızda, kanalizasyonlar taşmış, ve pişmanlığın üryan çölünde hışırdayan bir bitki kalıntısından beter halde anlam beklerken ve defalarca, bir amok gibi, kızgın ama neye? Ve nerede? Sorularım. Kırmızı kalemimle hayatın altını çizmem. Ve benim bilmem gerekli değil miydi? Sorular doğuran çirkin fahişeler. Kan ve kusmuk içinde, ölümün güzelliği ile, yıkanmış, hepsinden uzak iki kaskatı ayak! Ey krallar söyleyin sizden daha kutsal değil mi?
Tanrı bu düşüncelere boğulmuş hafifçe gülümseyerek onu izlerken tüm bu afili sözlerden bihaber olan geri zekalı sadece şarabını içiyordu.