aslına bakılırsa hakkında o kadar methiye düzülecek bir yönetim biçimi değil. hele ki muhteviyatında "yönetilmek" diye bir şey varsa, sırf bu yüzden bile "boktan" yakıştırması yapılabilir; yapan yapsın. berbat bir yönetim düzeneğinin herkesin kıçında aynı güzellikte duracağına inanmıyorum. kaldı ki bunun en net örneği; türkiye! evet, demokrasi üzerimizde çok rüküş duruyor.
bir kere en basit örneği %10 seçim barajı olan bir demokrasiden bahsediyorsak, bu yönetim biçiminin ne kadar yanlış ve farklı amaçlara hizmet ettiğini anlayabiliriz. yaklaşık 75 milyon insanın bulunduğu bu ülkede %10 demek 7,5 milyon insan demektir. tamam 75 milyonun hepsi seçmen olmayabilir ama orantısal büyüklük sabit. neyse, şimdi baktım 53 milyon seçmen varmış türkiye'de. %9,9'u 5,2 milyon civarı bir rakama tekabül ediyor. bu rakamlar: slovenya, irlanda, moldova, norveç, slovakya, danimarka, litvanya, arnavutluk, bosna hersek, hırvatistan, estonya, finlandiya ve letonya gibi ülkelerin nüfusunun ya dengi, ya da biraz fazlası. bu örneği rakamın büyüklüğünü vurgulamak için verdim. hal böyle olunca, 5 milyonun hiçe sayılıp parlamentoda temsil edilmediği bir toplumda adilce yönetimden kimse bahsedemez.
ayrıca hatırlar mısınız bilmem; bir manken "benim oyum dağdaki çobanla bir olamaz" gibi bir şey söylemişti, sonra yerden yere vurdular o mankeni. çünkü çoban kardeşimizin onuruysa mevzubahis, duyarlılık gösterip o mankene tekme tokat girişmeyi gerektirir romantizm. ama son yumruğu atmadan evvel bir daha düşünmek gerek; acaba bu ifadede mankenin bile farkında olmadığı bazı somutluklar var mı?
bakın oscar wilde ne diyor: "iyi bir demokraside herkes aristokrat olmalıdır"
türkçesi: demokrasinin sağlığı, seçmenlerinin idrak ve yorum kabiliyetiyle doğru orantılıdır.
bakınız; şimdi mankeni tokatlayanlarınızdan birisi çıkıp da "torba kömür"den dem vurursa yanlışa düşer. çünkü ülkemizdeki siyasi gelenek, böyle bir demokrasiyi yaşanır kılıyor. doğruya doğru. cahil bırakılmış bir halk varsa, bu cahiliyetten kâr eden otorite, kesinlikle bu cahiliyeti yok etmeye yönelik hareket etmez. aksine daha kendine bağımlı hale getirmeyi hedefler. bazı kesimlerin teokrasi korkusu da bundan dolayıdır.
türkiye lokasyonundan çıkıp genel bir yorum getirecek olursak; insanları bir seçim yaptığına inandırmak da apayrı bir dikta durumudur! seçim öncesi türlü propagandalarla, bölge siyasetiyle ilgilenen ülkelerin gizli servislerinin de yardımıyla yapılan seçim kampayalarıyla uyuşturulmuş halkın seçimi, ne kadar kendi seçimi olduğu tartışılır. bu noktada maalesef ya "sarhoşun mektubu okunmaz" deyişini yalanlayacağız ya da arka çıkacağız. bakın sizi de bir seçime ittim.
olayın farklı bir illüzyonu var ki; o da seçim yapmak. "seçim yapmak" insanın zaafiyeti olduğu noktalardan biridir. birbirinin aynısı iki bok kütlesini öne sürüp bir seçimde bulunulması istendiğinde, seçimi yapacak insan, iki bokun farkını ayırt edemese de birini seçecektir. işte böyle tuhaf bir hadise.