içsel düşler çarpımı

entry1 galeri
    ?.
  1. Çıplak ayağımın yanına damlayan bir su damlası. aradaki orantısızlık canımı sıkıyor. ayağımı oynatıyorum oturduğum yerden. klozette oturuyorum. Sıçmam gerekiyor. sıçıyorum. kahverengi bir fayansa basıyor tırnakları uzamış ayaklarım. ayaklarıma bakıyorum ve iğreniyorum.

    banyoyu inceliyorum. defalarca girip çıktığım banyo bu değil sanki. rengi pembeye çalan ve sanki büyük olması zorla dayatılmış gibi görünen devasa fayanslar kaplıyor ayaklarımın altını. "çizgilerine basmadan yürümeye çalışsam, bacaklarımı bir akrobat gibi açmam gerekir" diye düşünüyorum kendi kendime.

    Düşüncelerimden gerçek hayata yani banyoya geri dönüyorum. Önümde duran, içi su dolu plastik kap dikkatimi çekiyor. Çocukluğumdan bildiğim bir kap bu. Çevire çevire takılan ve bazen takarken diş atlayan, annemin takamadığında sinirlenip söylendiği mavi bir kapağı var. Küçüklüğümden biliyorum bu kabı. Turşu koyulurdu içine. "Ama ne işi var ki banyoda" diyorum.

    Kendimi bildim bileli düşüncelerim hep böyle kesik kesik ve daldan dala atlayan cinsten oldular. Bu paronayaklıkla beraber keskin ve derinlemesine düşünebilme yeteneği de sağladı bana. Ama tam da bahsettiğim gibi bunu düşünmem de sadece saliselerimi alıyor.

    Sigarayı bırakmam tuvalette kalma süremi uzattı mı kısalttı mı bilemiyorum. Sadece sıçarken sigara içmeyi sevdiği için sigarayı bırakmamakta direnen bir serseriydim bir zamanlar. Hala serseri miyim ? Bilemiyorum.

    Kimi zaman severek giyecek bir şey bulamadığımda imdadıma yetişen kirli sepeti tam karşımda duruyor. Koyu kahverengi ve hasırdan. Aynı renk ama üzerinde annelere özel bir örtü bulunan kapağı da hasırdan yapılmış. anneleri, sırf her şeyin üzerine örtü örtme hastalıkları yüzünden asla tam olarak sevemeyeceğimi düşünüyorum. Ama annemi aslında ne kadar sevdiğimin muhasebesini, kulağımda çalan archive - again şarkısı "without your love, you're tearing me apart" diyene kadar sonlandırıyorum. kendim de dahil hiç kimsenin üzerinde uzun süre düşünmüyorum. insanlara değer vermemek işime geliyor.

    Bu şarkı bir zamanlar intihar şarkımdı benim. Mutfağın ortasında üzerine yattığım iki tane yastık, bir büyük votka ve birkaç bira ile sarhoş olduğum gün kendimi öldürmeye karar verdiğimde "hayatımın soundtrack'i olmalı" diye düşündüğüm ölüm şarkısı.

    Bir ölüm şarkısını hayatla bağdaştırmış olmam tiksindiriyor aslında beni. Bu ironi benlik değil. Ben daha keskin, daha net düşüncelerin adamıyım oysa. intiharın eşiğinde bile bunları düşünüp kendimi haklı çıkartacak kadar ego doluyum. Egomdan kurtulmak için soyunmam gerekli diye düşünüyorum, soyundukça artan bir egom var. Çıplak halimi seviyorum, çıplak halimi kadınlar seviyor. kadınlar benle sevişmeyi seviyorlar, ben onlarla sevişmeyi seviyorum. Sanırım becerebildiğim tek şey de bu. iyi olduğumu sırtımda biriktirdiğim tırnak izleri söylüyorlar. kalbime iz bırakamayanların vücuduma bıraktıkları izler.

    Oldum olası şiddeti sevdim. Kız arkadaşlarımı dövdüğüm zamanlar da oldu hatta. Lisede bayılacak derecede dayak yediğim ve bilincimin kapanıp, öndeki üç dişimin kaplama olmasına sebep olan o müthiş dayağı yedikten sonra, tyler durden gibi güldüğümü de biliyorum. oysa ki fight club'ı izlememiştim o zamanlar.

    kahrolası düşünceler. Sizi, sürekli bir şeyler düşünmek zorunda bırakan bir beyin dünya üzerindeki tüm hakaretleri hak ediyor. Bir boka yaramayan kahrolası sikik beynim. Düşünmekten dolayı bir ay boyunca uyuyamadığım zamanlar geliyor aklıma. Verdiğim kilolar, küllüğün boş kalabilen yanında söndürdüğüm ve her biri birer cesedi andıran sigaralarım. Ve tabi ki God is an Astronaut.

    the end of the beginning çalıyor ve ben düşünmeyi bırakıyorum. Tuvalette işim biteli hayli olmuş. Bunu geç fark ettiğim için kızıyorum kendime. Kıçımı siliyorum, herkes gibi ben de bakıyorum acaba sildiğim şey neymiş diye tuvalet kağıdına. Sonra klozete atıp sifonu çekiyorum.

    Ayağa kalkıp şortumu çekiyorum. 140 sayfadır aralıksız okuduğum bunker tepesi düşleri'ni alıp tuvaletten çıkıyorum. Ellerimi neden yıkamadığımı soruyorum kendime. Ne zamandan beri ellerimi yıkamadığımı, bu alışkanlıktan ne zaman, niçin vazgeçtiğimi düşünüyorum. Ve mogwai çalmaya başlıyor. Koca bir şarkı süresi boyunca bunları düşünmüş olduğuma şaşırıyorum. Halbuki tuvaletten daha yeni çıktım. bu aradaki anlamsız farklılık beni şaşırtan. Ya sarhoşum ya da yine çok az uyudum.

    Take me somewhere nice diyor mogwai. Neresi olduğunu biliyorum. Avustralya'da empire of the sun'un klip çektiği çöller de olabilir, izlanda'da küçücük bir kahve dükkanı da. Ya da adını bile telaffuz edemediğim, insan ırkının uğramaya üşendiği yem yeşil düzlükler.

    Nihayet düşüncelerden sıyrılıyorum. Kendimi, yapmayı en çok sevdiğim şeyi yaparken buluyorum. Fotoğraflarım. Fotoğraflarla uğraşmak beni gerçekliğe iten en büyük şey. Kafamı tamamen düşüncelerden uzaklaştıran ve işime konsantre olmamı sağlayan yegane uğraş. iyi de, madem beni düşüncelerde uzaklaştırıyor, o halde satır satır, kelime kelime hala beynime kazınan ve sanki bir iç sesin durmaksızın, dikte edercesine söylediği bu siktiğim cümleler de neyin nesi ?

    Gerçekle düşü birbirine mi karıştırıyorum yine ? Yoksa yazmak için sığındığım bahanelerden biri daha mı ? Ahh. Derin bir nefes alıp arkaya yaslanma zamanı. Alkolü ve sigarayı bırakalı uzun zaman oldu. Ama böyle anlar için her zaman akıl danışacağım bir şişe havana club'um aylardır beni beklediği yerde hazır duruyor. Dolaptan, kardeşimin bağımlı olduğu ve evden hiç eksilmeyen kolayı alıyorum. Kola bağımlısı olan birini hatırlatıyor bu bana, "hayır" diyorum. Bu kez düşünmeyeceğim. Az buz, az kola ve çok rom. işte en sevdiğim kokteylim.

    Her zaman çok iyi içen biri oldum ve hayatımın büyük çoğunluğu içerek geçti. hangi akla hizmet alkolü ve sigarayı bıraktım inanın ben de bilmiyorum. hayatıma giren problem kadınlardan dolayı sanırım. O kadar çok bağımlıyla uğraştım ki, onların o lanet, sadakatsiz, kendini bilmez halleri beni uyuşturucunun ve alkolün suni mutluluğundan çekip aldı. Hem minnettarım hem de öfke doluyum her birine. Telefonun çalması yine düşüncelerimden uzaklaştırıyor beni. Çok fazla düşünüyorum. Düşünmemeliyim, biliyorum.

    Boards of canada'nın Everything You Do is a Balloon'u başlıyor telefon konuşmamla beraber. ben şarkıyı dinliyorum, karşımdakini duymuyorum. Alıp götürüyor şarkı beni. Tolga arıyor,

    - uyandın mı
    + yok hala uyuyorum.
    - cafedeyim ben. ne zaman geleceksin ?
    + giyinip çıkarım şimdi. yemek yedin mi ?
    - yok sen gel beraber yeriz.
    + tamam.

    tamam deyip kapatıyorum telefonu. şarkı en can alıcı yerinde şu an. arkama yaslanıp long drink bardağımı çalkalıyorum. Buzların sesi metronoma tam uyuyor. birkaç kez daha tekrarlıyorum şarkıya uydurmak için. uymuyor. Canım sıkılıyor. Bardağımı dipleyip bitiriyorum en sevdiğim kokteylimi. Giyinmek için sağa sola bakıyorum.

    Hiçbir şey yakıştıramayınca kendime banyoya gidip kirli sepetinin hasır kapağını açıyorum. En üstte duruyor dün attığım amerikan bayrağı desenli en sevdiğim t-shirtüm. Kolunda kemal atatürk imzası olan biri için fazla ironik. ama dünya kapitalist. ve ben bu dünyada bir şey ifade ettiği düşünülen hiçbir simgeye, hiçbir dini sembole ve renge itimat etmiyorum.

    Ben kendi dünyamda her şeyi yeniden tanımlıyorum.

    Elli dokuz milyon verip aldığım yeşil şortum, üzerimde amerikan bayraklı t-shirtüm portmantoya doğru gidiyorum. Aynaya bakma gereği duymuyorum. Yakışıklı olduğumu edindiğim sonsuz kasık tecrübelerimden biliyorum. ama bir arkadaşımın da dediği gibi, "kasık tecrübesiyle gönül tecrübesi bir değil"

    "haklıymış kız" diyorum bu kez düşünceleri dışa vurarak sesli bir şekilde. Anahtarımın olup olmadığını bile kontrol etmeden, aylardır yanımdan ayırmadığım tek şey olan fotoğraf makinamı omzuma asıyorum. kaykay kaymadığım halde hiçbir zaman giymekten vazgeçmediğim etnies'lerimi giyip, kim bilir kimlerle neler yaşayacağım güne doğru evden çıkıyorum. ve kulağımda the notwist - pick up the phone diyor.

    to be continued

    edit : Bu entry yazarın başlamış olduğu bir hikayenin çatısını oluşturmaktadır. adı geçen kişi, kurum ve düşünceler hayal olmakla beraber falan filan inter milan.
    0 ...