ANADOLU iLLERiNDEN birinde, zengin bir kuyumcu varmış.
Dükkânında yıllardan beri bir kalfa çalıştırır ve kimseye güvenmezmiş.
Sabahleyin dükkânı kendi açar, akşam kendi kapatırmış.
Köle gibi çalıştırdığı ve sanatı sayesinde onca para kazandığı kalfasına ise, doğru dürüst para bile vermezmiş.
Kalfa o kadar rica ettiği halde, aylığına zam yapılmayınca, geçinemez olmuş. Bu işe kendisi bir çare bulmaya karar vermiş.
Kalfanın evi, dükkâna yakınmış.
Evdeki kedisini, her sabah yemek yemesi için dükkana gelip, sonra eve dönmeye alıştırmış.
Karısı, kredinin boynuna bir kurde-la bağlamış ve ucuna da nazarlık muskası biçiminde gizli bir cep dikmiş.
Sabahları kendi kendine dükkâna gelip yemek yemeye alıştırılan kedinin boynundaki ufacık cebin içine, kalfa her gün bir altın çalarak gizlice sokar ve kediyi eve salıverirmiş.
Bu yıllarca sürmüş.
Cimri sarraf, altınlarının eksildiğini sezer, ama nasıl çalındığını bir türlü anlayamazmış.
Günden güne kazancı azalmış. Sermayeden yemeğe başlamış.
Dükkânı kapatırken, kalfanın üstünü başını arar, ama bir şey bulamazmış. Nihayet kalfayı kovmuş.
Kalfa da çaldığı altınlarla, onun dükkânının tam karşısına bir dükkân açmış. Halk, yeni açılan dükkâna akın ettiği için eski patron bir süre sonra iflas etmiş.
Eski sarraf bir gün eski kalfasının dükkanına gelmiş. Kalfa eski patronuna çok saygılı davranmış.
Konuşurlarken, "Bu işi nasıl yaptığını anlatırsan sana hakkımı helal ederim" demiş.
Kalfa gülmüş ve o sırada kucağına tırmanan kediyi göstererek:
"işte ustacığım" demiş, "senin sermayeni ben bu kediye yükledim."
Bu deyim, hesapsız harcamalar sonucunda elindeki parayı tüketenleri tarif için kullanılır.