düşüş; adını ortaçağın boğuntu hücresi adı verilen, o zindan hücresinden almakta. camus'nun belirttiği gibi ''genellikle insan ömür boyunca unutuluyordu orada. bu hücre bir insanın ayakta duramayacağı kadar alçak, yatamayacağı kadar da dardı. engelli bir durum almak, köşegen biçiminde yaşamak gerekiyordu orada; uyku bir düşüş, uyanıklık bir çömelmeydi.'' çağımızın insanının içine düşürüldüğü durum, hiç bu kadar güzel, hiç bu kadar çarpıcı, hiç bu kadar derinlikli bir metaforla anlatılamaz.
bu kavram 112 sayfalık ama fasiküllerce ciltlik yoğun anlamdaki kitabın 78inci sayfasında yer almakta. ama o ana kadar clamance, bir insanın hem de başarılı, ünlü bir avukatın özelinde, tüm batı burjuva toplumunun düşüş'ünü usulca ama keskin tespitlerle; ironinin en karşı konulamaz haliyle öyle seslendirmekte; tüm saklı gerçekleri su yüzüne umursamaz bir tavırla öyle müstehzi bir edayla çıkarmakta ki; tüm bu insanlık tarihiyle yüzleşme hem de onun bir parçası olduğunu kabul ederek yüzleşme sonucunda, kendini en unutamadığı suçundan aklama noktasına ulaşmakta. yani soğuk ve karanlık bir gecede; seine nehri'ne atlayan, genç bir kadını kurtarmaya çabalamayan hem de sırf rahatını bozmamak için başını çeviren, adamın tek vicdan azabının sesini bastırabilmekte ama arada cılız bir ses mutluluk tepesinin doruğunda kulağına fısıldamakta...
camus'nun ünlü ve çok başarılı ceza avukatı jean-baptiste clamence'in ağzından söylediği gibi:
--spoiler--
insanın karakteri olmadı mı bir yöntem bulması gerek.
--spoiler--
aynı hitler gibi; aynı katilleri büyük bir zevkle savunan ceza avukatımız gibi.
camus; insan psikolojisi bunun çarpık örnekleri üstünden, suçlu psikolojisi üstüne öyle ilginç, absürd ama gerçek tespitler yapmakta ki; ağzımız açık, clamence'e hak vermekten başka, elimizden bir şey gelmemekte. hatta çoğu zaman büyük bir aydınlanma yaşamaktayız; çözemediğimiz tavırlar üstüne:
--spoiler--
doğruluk duygusu, haklı olmanın verdiği doyum, kendi değerlendirmenin sevinci, bayım, bizi ayakta tutan ya da ilerleten güçlü zembereklerdir.
tersine insanları bundan yoksun ederseniz, onları ağzı köpüren köpeklere çevirirsiniz. nice suçlar işlenmiştir yalnızca bunları işleyenler kusurlu olmaya dayanamadıkları için! (afallatıcı bir gerçek hikaye geliyor; kemerlerinizi takın, göz bebeklerinizi fal taşına hazırlayın! özellikle mükemmel kadınlar iyi dinleyin camus'yu!)vaktiyle bir sanayici tanımıştım, mükemmel, herkesçe sevilen bir karısı vardı, ama adam yine de aldatıyordu karısını. bu adam, haksız olduğu için, bir erdem beratı alamadığı ya da bu berata layık olamadığı için, sözcüğün tam analamıyla kuduruyordu. karısı mükemmel davrandıkça, o büsbütün kuduruyordu. sonunda haksızlığı kendisi için dayanılmaz bir hal aldı. o zaman ne yaptı dersiniz? onu aldatmaktan vaz mı geçti? hayır. öldürdü onu.
--spoiler--
clamence her fırsatta toplum değerleriyle alay etmektedir; ama bu kızgınlıktan kaynaklanan bir alaydan öte küçümsemeden doğan bir alaydır. ve kahramanımız kendi yöntemiyle doruk hazlar yaşayan, doyuma ulaşan bir hayat sürmektedir. hatta kendi yönteminizi bulmanız ya da kendi doğanızı keşfetmeniz halinde nasıl mutlu olacağınızın anahtarını da vermektedir.
--spoiler--
değerim sıfırdı: toplumumuzda tutku yerine geçen açgözlülük her zaman güldürmüştür beni. benim amacım daha yüksekti; bu deyimin benim için yerinde olacağını göreceksiniz.
ama şimdiden doyumun ne olduğuna karar verebilirsiniz.
kendi doğamın keyfini sürüyordum ben, hepimiz de biliriz ki, mutluluk buradadır, her ne kadar, kendimizi yatıştırmak için, bu zevkleri bazen bencillik adı altında mahkum etme numarası yapsak da.
hiç değilse, yaratılışımın bu yanının keyfini sürüyordum...
daha çok, nezaketimden söz edelim. bu nezaket ünlüydü, ama tartışma götürmezdi yine de! terbiyeli olmak bana büyük sevinçler veriyordu...
cömert de sayılıyordum, gerçekten de öyleydim. kendimden çok vermişimdir, herkesin önünde ve özel yaşamımda...
yaşamın ayrıntılarına kadar üstte olma gereksinimindeydim.
--spoiler--
clamence'in eşsiz yöntemi ile doğasını bağdaştırdığı hallerdeki vech hali, camus'nun bu adeta şehvetli yaşayışı anlatışı,mitolojik kahramanlara selamı** takdire şayandır. insan bir an için de olsa, clamence'in yerinde olmak, o doruk hazzı tüm hücreleriyle yaşamak ister:
--spoiler--
ben küflenmiyordum, inanın buna. günün her saatinde, kendi başıma ve başkalarıyla birlikte tepeye tırmanıyordum, orada herkesin göereceği ateşler yakıyordum ve sevinçli bir selam yükseliyordu bana doğru. işte böylece, hiç değilse, yaşamdan ve kendi yetkinliğimden zevk duyuyordum.
şimdi clamence'den insan kardeşlerine, hafif bir serzeniş ardından zekice bir kontur atak gelmekte:
--spoiler--
çok şükür ki mesleğim, doruklara olan bu eğilimimi doyuruyordu. bu meslek insan kardeşlerime karşı olan her türlü kırgınlığımı gideriyor, kendilerine hiçbir şey borçlu olmadan onları kendime borçlu bırakıyordum. bu, benim de sırasında yargıladığım yargıcın, minnete zorladığım sanığın üzerine çıkarıyordu beni.
--spoiler--
hey melankoli hastaları, mutsuz biçareler! clamence şimdi de yeryüzünde cenneti yaşamanın sırrını vermekte:
--spoiler--
gerçekten de cennet bu değil miydi aziz bayım: doğrudan kavrayarak yaşamak? benim yaşamım böyle oldu işte. hiçbir zaman yaşamayı öğrenme gereksinimi duymadım, bu konuda daha doğduğum zaman her şeyi biliyordum.
--spoiler--
batının tüm sömürülerini bilen, ikinci dünya savaşı'nı yaşamış camus; sözde medeniyetin tarihten bugüne farklı şekillerde uyguladığı kölelik düzenini clamence uslubuyla anlatmakta. hem de toplumun temeli aileyi de içine alarak. büyük despot egoyu bizlere farklı şekillerde göstermekte. ibretlik kölelik zinciri sergilenmekte:
--spoiler--
insanın egemen olmaktan ya da hizmet görmekten vazgeçemeyeceğini biliyorum. her insanın temiz hava gibi, kölelere gereksinimi vardır. kumanda etmek, soluk almak demektir, bu kanıdasınız değil mi? en nasipsizler bile soluk almayı başarır. toplumsal merdivenin en altında bulunan kimsenin bile bir eşi ya da çocuğu vardır. bekarsa bir köpeği vardır: kısacası; asıl olan, karşıdakinin yanıt verme hakkı olmaksızın insanın kızabilmesidir.
--spoiler--
insanlık adına verilecek tüm ödülleri; avrupa'nın iki yüzlü, trajikomik demokrasi söylemini öyle çarpıcı ve yakıcı, geçmişten bugüne uzanan bir tespitle açığa çıkarmakta ki; kör gözlere, sağır kulaklara, taş tutmuş vicdanlara, tüm bu gerçek okları tek tek saplanmakta. günümüzde emperyal güçlerin demokrasi söyleminin kodlarını öyle sade, net ve delici vermekte ki bu sözler tüm karanlıkları; rönesansın, aydınlanma devri'nin yaşandığı avrupa'nın yeni yöntemi ile ortaçağa dönüştürdüğü tüm sömürülen odakları; tek tek, en ücra köşesine kadar aydınlatmakta. bugünü neredeyse 60 yıl öncesinden bizlere tasvir etmekte. gerçekten hem cesur hem de aydın bir sanatçı olmanın ne demek olduğunu, suçun adı koyarak bize duyumsatmakta.diyalog yerine bildiri çağını bangır bangır anlatmakta. bu bölüm hem dünya hem ülkemiz açısından da camus'nun yıllar öncesinden baktığı fal gibi, hem de nostradamus falı. tabii ki bugünlerin tohumları çok önceden atıldığından, camus filizlerden bize bugünkü karabasanı pek yerinde tasvir etmekte:
--spoiler--
örneğin, dikkatinizi çekmiştir, bizim o ihtiyar avrupamız artık iyi yolda felsefe yapıyor. insanların bön kafalı oldukları zamanlardaki gibi, ''ben böyle düşünüyorum. sizin itirazlarınız nelerdir!'' demiyoruz artık, aklımız başımıza geldi. diyalog yerine bildiriyi koyduk.
''doğru olan budur!'' diyoruz, ''bu doğruyu tartışabilirisiniz dilerseniz, bu bizi ilgilendirmez. ama bir kaç yıl içinde polisgelip haklıolduğumuzu size gösterecektir.''
--spoiler--
akabinde camus; burjuva ahlakının, o pek muhterem sözde etik değerlerinin çarpık temeline koca bir tekme savurmak da; hem de fulbolculuk günlerinden kalma güçlü bacak kaslarıyla, yerle bir etmekte. hele ki gülümseyen kölelik tabirinden ulaştığımız özgür insan nitelendirmesi; tespitin nirvanaya ulaşmış hali gibi bir şey* insanın aklına nazım'ın bir hazin hürriyeti gelmekte; bünye iki düşünen insanla himalaya tepelerinde gezinmekte:
--spoiler--
kölelik mi, hayır biz ona karşıyız! kendi evinde ya da fabrikalarda köleliğe yer evermek zorunda kalmak, şeylerin özünde vardır, ama bununla övünmek, işte bu olmaz.
aramızda kalsın, şu halde kölelik, hem de gülümseyen kölelik kaçınılmaz bir şeydir. köleler edinmekten kendini alıkoyamayan kimsenin onlara özgür insan demesi daha iyi olmaz mı?
öncelikle ilke olarak, sonra da onları umutsuzluğa düşürmemek için, bu ödünü onlara borçluyuz öyle değil mi? bu şekilde onlar gülümsemeye devam ederler, biz de vicdan rahatlığımızı koruruz. yoksa kendimizden vazgeçmek zorunda kalırdık, acıdan çılgın, dahası alçakgönüllü hale gelirdik her şey mümkün.**
--spoiler--
kahramanımız, ceza avukatı clamence doruk hazlar yaşadığı iş ve toplumsal hayatının dışında, erkek olarak da kadınlar tarafından cazip bulunan yakışıklı ve hovarda bir erkektir. türlü oyunlarla gönül ve yatak ilişkilerini sürdürür. kadınlara karşı ruh halini anlattığı cümleler, romantikliğe sağ gösterip sol vuran romaneske yaptığı vurgu pek bir şahanedir. clamence gibi erkekleri anlama ihtiyacında olan kadınlar, bu sözler sizi tüm tuzaklardan kurtaracak cinsten. hele napolyan'la kurulan gönüllere deva bir benzerlik var ki, tüm soru işaretlerinizi, nafile çabalarınızı nihayete erdirecek cinsten:
--spoiler--
romantik olmaya olmaya, romanesk olana sağlam bir besin sağlıyordum. kadın dostarımızın napoleon bonaparte'la şu ortak yönleri vardır ki;''herkesin başarısızlığa uğradığı yerde, başaracaklarını sanırlar hep.''**
--spoiler--
camus'dan tüm marazi kara sevdalara yapılacak en büyük yardım geliyor; tabip hastalığı teşhis ediyoryor, çok önemli tanıyı koyuyor:
mutluluk ve başarı papağanlığı yapan toplum, içinde nasıl affedilir olunacağının sırlarını da tek tek sıralamakta, camus clemance'in sözleriyle. pür dikkat kulak veriniz, toplumsal mutluluk ya da toplum gözünde mutluluğu hak etmek için elzemdir bu sırlar. aslında bilmeniz gereken sindirimi zor gerçeklerdir hepsi:
--spoiler--
mutluluğumuz ve başarılarımız, ancak bunları cömertçe paylaşmaya razı olduğunuz taktirde affedilir. ama mutlu olmak için başkalarıyla fazla igilenmemek gerekir. bunun üzerine çıkış yolları kapanır. ya mutlu ve yargılanır ya da bağışlanır ve sefil olacaksınız.
insanın dayanılmaz hafifliği hazin bir şekilde hissedilmekte. sırrı dökülmüş bir aynada insan kendini clamence'in itiraflarıyla görmekte. kendi sefil gerçekliğinin özüne bakmaya cesareti olanlar için bu bölüm. hey sen, dehlizdeki biçare sana seslenmekte:
--spoiler--
biz kendimizden iyi olanlara nadir olarak bel bağlarız. daha çok onların toplumundan kaçarız. tersine, çoğu zaman kendimize benzeyen ve zayıf yanımızı paylaşan kimselere açarız içimizi.
demek ki kendimizi düzeltmeyi ya da iyileştirmeyi istemeyiz: önce kusurlu bir hüküm giymemiz gerekir. yalnızca acınmayı ve yolumuzda cesaretlendirilmeyi dileriz. kısacası biz hem suçlu olmaktan çıkmayı, hem de kendimizi arıtmak için çaba göstermemeyi isteriz. yeterli hayasızlık da yoktur, yeterli erdem de yoktur. ne kötülük, ne de iyilik enerjisine sahibizdir. dante'yi bilir misiniz? hay allah! şu halde dante'nin tanrı ile şeytan arasındaki kavgada yansız melekler de kabul ettiğini bilirsiniz. ve onları, bir çeşit cehennem geçişi olan, vaftizsiz ölen çocukların konulduğu dehlizlere yerleitiridğini de. biz o dehlizlerdeyiz aziz dostum.
--spoiler--
ve tüm bu itirafları, insanlığın, insanın gerçekle hazin yüzleşmesini gerçekleştiren clamence; tüm küstahça havalarını tükettikten sonra çabalarının yararsızlığından cesaretini kırılınca toplumsal hayattan uzaklaşmaya karar verir. artık ıssız ada da kalmadığından kadınlara sığınır. ve bu durumuna da kendince okkalı mazeretler sıralar ama hayranlığını da dile getirmekten kaçınmaz ama bunda bile erkek egosunun sesi yüksek perdeden duyulur inceden de zavallılığı:
--spoiler--
bilirsiniz onlar hiçbir güçsüzlüğü mahkum etmezler. daha çok bizim güçlerimizi aşağılamaya ya da silahsızlandırmaya çalışırlar.
işte bu yüzden kadın savaşçının değil suçlunun ödülüdür. onun limanıdır o, barınağıdır; erkek genellikle kadının yatağında tutuklanır. bize yeryüzü cennetinden kalan tek şey değil midir kadın? elim böğrümde kalınca, doğal limanıma koştum.
--spoiler--
diğer yandan aşka dair, aşık olmanın koşullarına dair gerçek ile sahte aşkın duygu ve ihtiyaç bazında nasıl ayırt edileceğine dair clamence'in ulaştığı farkındalık ibretliktir:
--spoiler--
sevmek ve sevilmek ihtiyacında olduğumdan, aşık olduğumu sandım. başka deyimle aptallık ettim.
--spoiler--
--spoiler--
içinde huzuru bulacağımı umduğum duygu ne denli tehlikeye düşerse, arkadaşımdan o duyguyu, o denli çok bekliyordum. bu şekilde, şirin bir alık için yalancı bir tutkuya kaptırdım kendimi.
--spoiler--
çağımız insanın hapsedilmişlik melankolisi üstüne kondurduğu hücre lirizmi sıfatı buluşların en güzellerindendir.
--spoiler--
bundan yüz elli yıl önce göller ve ormanlar için gözümüz yaşarıyordu. bugünse hücre lirizmimiz var.
--spoiler--
ama bu mahkumiyetin nasıl hafifletileceğinin de yolunu gösterir, nasıl yok edileceğini değil tabii ki. yoksa kitabın adı düşüş değil diriliş olurdu:
--spoiler--
kendimizi mahkum eden ilk kişi yine kendimimiz. şu halde, mahkumiyeti haififletmek amacıyla onu ayrımsız herkese yaymakla işe başlamak gereklidir.
--spoiler--
ama arada şu muhteşem cümleyi de sarf eder her ne kadar biraz sonra bundan çark etse de:
--spoiler--
başkaları hakkında verdiğiniz hüküm dosdoğru gelip kendi yüzünüze çarpar ve orada bazı yaralar açar sonunda.
--spoiler--
ve tüm bu uzun monolog ya da bizim gözlerimiz ve şimşek çakan aklımız ile eşlik ettiğimiz diyalog boyunca, sahip olduğu avantajı da bize açıklamakta bir sakınca görmez; çünkü bir yandan zekasıyla bizimle alay etmektedir:
--spoiler--
avantajı görüyorsunuz kuşkusuz. kendimi ne kadar suçlarsam, o kadar sizi yargılama hakkına sahibim. daha iyisi, sizi kendinizi yargılamaya kışkırttım, bu da beni öylesine ferahlatır. ah! azizim, bizler tuhaf, sefil yaratıklarızdır ve azıcık yaşamlarımıza geri dönersek bizi şaşırtacak ve kendimizi rezil edecek, çileden çıkaracak fırsatlar eksik olmaz. deneyin. sizin itirafınızı büyük bir dostluk duygusuyla dinleyeceğim , emin olun.
--spoiler--
evet okuyucu, evet bu yoğun monologun dinleyicisi, evet ruhunu kaplayan itiraf ateşiyle her cümlede içten içe yanmaya başlayan diyalogun edilgen tarafı; sıra sen de.
camus'nun ceza avukatı, görmüş geçirmiş clamence ağzından yaptığı bu itiraf çağrısına sen de ses ver!
karşında senin büyük bir dostluk duygusuyla dinleyecek clamence var.
inan clamence sana, senin derinden daha yakın, bak kendisi de bunu sana söylemekte:
aynı türden olduğumuzu biliyordum. hepimiz birbrimize benzemiyr muyuz, böyle durmadan ve muhatapsız konuşarak önceden cevapları bilsek de hep aynı sorularla karşılaşarak?
işte clamence size böyle bir soru. bu soruyu içten yanıtlamak isteyen herkese de kitabın sayfaları açık...