RUHi SU'DAN GRUP YORUM'A TÜRKiYE'DE SOL DEVRiMCi MÜZiK - 3
Bağlama ve gitarın birlikte çalınışı sihirli bir buluş olsa gerek. 1960larla birlikte yan yana gelen bu iki enstrüman gizemli bir köprünün iki ayağı olmuştu. Bağlama doğu mistizmiyle birlikte Anadolu geleneğini, gitar da batıyı temsil ediyordu. O günlerde Türkiye gençliği batı ile tanışıyor, sosyal-kültürel pek çok alanda batıyla aynı havayı solumaya başlıyordu. Müzikte de Mahzuni Şerif, Ali izzet Özkan gibi gelenekçiler dışında yeni bir kuşak ortaya çıkıyor ve işte bu bağlama-gitar birlikteliğiyle ifade edilen yeni tarz albümlere, konser salonlarına taşınıyordu. Önceki sayıda işlediğimiz devrimci aşıklar ın aksine daha şehirli olan bu yeni kuşak, o yıllarda bugünkü popüler müziğin temellerini attıklarının belki farkında değillerdi. Farkında oldukları bu yeni tarz kulağa çok hoş geliyordu, kısmen milli, kısmen başka halkların müziğiydi.
Batı sazlarıyla yerli motiflerin iç içe örgüsünden ortaya çıkan bu müzik türünün çıkış noktası olan bu dönem,aslında birçok ayrışmanın yaşandığı bir dönemdi. Sadece batı enstrümanlarını kullanarak ingilizce ya da Fransızca şarkı söyleyenler başlı başına bir grubu ifade ediyordu. Çoğunlukla aslı Fransızca olan şarkılara Türkçe sözler yazarak aranjman kültürünü yaratanlar bir başka grubu. Arabesk yeni filiz vermiş, halk müziği de TRTnin boyunduruğundan kurtulma çabaları veriyordu. işte tam bu dönemde ortaya çıkan bu şehirli gençler yeni bir tarzın ilk habercileriydi. Fikret Kızılok, Moğollar, Cem Karaca, Edip Akbayram, Selda, Barış Manço işte bu yeni dönemin bağlamalı-gitarlı sanatçılarıydı. Bu akıma araştırmacılar;Anadolu Pop demeyi uygun buluyorlar. Aynı bağlama-gitarda olduğu gibi geleneği ve dönemin popüler müziği rock u birleştiren bu gençler, aynı zamanda politik tercihlerini de ortaya koymaya başlamışlardı. Özellikle Selda ve Edip Akbayram şehirli müziklerinin kaynağını Mahzuni Şerifin geleneksel müziğine yasladılar. ince ince Bir Kar Yağar Fakirlerin Üstüne gibi onlarca türkü, artık gençler tarafından tek başına bağlama ile değil bir rock orkestrasının temelini oluşturan gitar, bas ve davul ile birlikte çalınıp söylenmeye başlamıştı. Daha çok, grup olarak çalan bu gençlere şehirli ozanlar olarak Zülfü Livaneli, Sadık Gürbüz ve Rahmi Saltuk gibi isimler de eklendi. Kökeni tam anlamıyla Anadolu halk müziği geleneğine yaslanan ama müzikal açıdan kendine özgü bir çokseslilik tarzını süreç içerisinde geliştiren bu isimler geniş bir sol gençliği etkilemeyi başarmışlardı. Şehirlerde, kırlarda vurulan, hapishanelerde katledilen devrimcilerin yaşıtları olan bu gençler onların öykülerini işte bu geniş müzik yelpazesi içerisinde anlatmaya başladılar.
Özellikle Zülfü Livaneli, bu isimler içerisinde üzerinde özenle durulması gereken bir kişiliği oluşturur. 12 Martla birlikte yurtdışına çıkmak zorunda kalan Livaneli, yurtdışında yayınladığı albümlerle ülkedeki sol gençliğin ilgisini çekmiş, başta Nazım Hikmetin olmak üzere devrimci-demokrat şairlerin şiirlerinden bestelediği şarkılarıyla dünya çapında tanınan bir sanatçı durumuna gelmişti. Farklı ve ciddi bir müzikal arayışın sonucunda ortaya çıkan Livaneli albümleri dönemin etkisini bugünlere kadar sürdüren en başarılı çalışmalarıdır. Grup Yorumu etkileyen sanatçıların başında gelen Livaneli, geleneksel türküleri doğrudan söyleyerek bir yorumcu olmak yerine dönemin güncel ruhunu yansıtan, politik hassasiyeti öne çıkaran sözler de yazdı. Yurtdışında olmasının getirdiği bazı avantajları da kullanan Livaneli batılı müzisyenlerle birlikte bambaşka bir müzikal tarzı ülkemize soktu. Ülkemizdeki sol-devrimci müzik denildiğinde Ruhi Sudan sonra sayılacak isimlerin başında yer alan sanatçı, 12 Eylülle birlikte ciddi bir savrulma yaşamış, bütün sola baskılar artarken kendisine önce TRTnin kapıları açılmış, bugün burjuvazinin akıl hocalığını yapan bir liberal durumuna gelmiştir. 70li yılların devrimcilerini Parkasıyla, emekçilerini Tamirci Çırağıyla anlatan Cem Karaca örneğinde olduğu gibi Livaneli de bir dönem sonra yaptıklarını artık savunamayacak duruma gelmiştir. Sadık Gürbüz ve Rahmi Saltuk ise bütün samimi çıkışlarına rağmen 12 Eylülün ardından kimliklerini koruyamamış, üretememiş, kendilerini yenileyememiş, yalnızca belirli bir kesimin ilgilendiği bir marjinalliğin ortasına düşmüşlerdir. Rahmi Saltuk her şeye rağmen 1980 sonrası ilk Kürtçe albüm olma özelliği taşıyan Hoy Nare ile birlikte olumlu bir tavır çizmeyi başarabilmiş ender sanatçılardandır. Bu çıkışı da kısa sürmüş ve bugün pek çokları gibi gündemin çok uzağında bir yaşam içerisinde kalmıştır.
12 Martın sola ve aydınlara doğrudan dayattığı maddi ve manevi baskıdan kurtulan geniş halk kesimleri, 70li yılların ortalarında tekrar meydanları doldurmaya, devrimciler örgütlenme alanlarını genişletmeye başlamıştı. Toplumsal duyarlılıkla başlayan ciddi bir muhalif güç ortaya çıkmış, bu muhalefet kısa süre içerisinde dönemin müzisyenlerini de içine almıştı. Devrimci gecelerde sahneye çıkan gelenekçi devrimci aşıklar ve bu yeni genç şehirli ozanlar sayısız başarılı çalışmaya imza atmışlardı. Mesajlarıyla, toplumsal gerçekçiliğin önemli ürünlerinin verildiği bu dönem bugün bile etkisini sürdürmektedir. Fakat dönemin bütün bu sanatçıları siyasi yapılardan uzak durmuş, örgütlenme, örgütlü olma kavramına soğuk yaklaşmışlardır. Batıda da bolca örneğini gördüğümüz protest bir muhalefetin ötesine gidememiş, bu örgütsüzlük de güçsüzlüğü beraberinde getirmiştir.
12 Eylülle birlikte devrimci muhalefet içerisinde yer alan isimlerle yaşadıkları siyasal dinamizm, bıçak gibi birbirinden ayrıldı. Bu sanatçıların bir kısmı yurtdışına çıkarak geri dönmedi, bir kısmı tutuklandı, bir kısmı korkup albüm yapmaktan vazgeçti, albüm yapmak için daha az ya da hiç bedel ödemeyeceği günlerin gelmesini beklemeye başladı. Birkaç yıl içerisinde bir hareketlilik neredeyse tamamıyla ortadan silindi. Örgütsüz bu tip sanatçıları motive eden; geniş halk yığınları ve onların örgütlenmeleriydi. 12 Eylül işte bu halk yığınlarını baskıyla kontrol altına alınca ve bütün örgütlenmeleri, devrimcileri infazla, işkenceyle, idamla, tutsaklıkla ıslah etmeye başlayınca zaten örgütsüz olan bu sanatçılar da kabuklarına çekilmekten başka bir yol bulamadılar. Öyle ki faşizme hapishanelerde direnen devrimcileri duyamayacak kadar çok korkmuşlardı.
Ruhi Su usta, sayısız baskıya maruz kaldı, sindirilmeye çalışıldı ve kansere yakalanmasının ardından tedavi için yurtdışına çıkması bilinçli olarak engellenerek ölüme terk edildi. Ruhi Su nun ölümü aslında bir dönemin bittiğinin bir işareti olarak algılanmalıdır.
Devrimci gecelerde binlerce kişiyle birlikte sloganlar eşliğinde marşlar, ağıtlar söyleyen, etkileyen ve etkilenen bu sanatçılar 12 Eylülle birlikte ya derin bir suskunluğun içerisine girdiler ya da olabildiğince hümanist bir çizgiye çekilerek barış, kardeşlik ve hoşgörü perdesinin arkasına saklandılar. Yasallık izin verdiği sürece devrimci gecelere katılmaya devam ettiler. Birer ağabey, abla olarak faşizmi açıktan lanetlemediler ve artık eskisi gibi marşlar okumadılar. Televizyonlarda, radyolarda barış mesajları verdiler. Yılbaşı programlarında yeni yılın barış ve mutluluk içinde geçmesini dilediler ama yalnızca dilediler, her yeni yılın emekçiler için çok daha ağır koşullarda yoksullukla geçeceğini, baskının azalmayıp artacağını bildikleri halde daha fazlasını yapamadılar.
Küçük farklılıklar taşısa da bu dönemin şehirli müzisyen ve gruplarının temel özelliklerini şu şekilde sıralayabiliriz:
1-Dönemin bütün sanatçıları geleneksel, ulusal enstrümanların yanı sıra batı sazlarını kullanmışlardır. Dönemin popüler müziği olan rocktan etkilenmişler, müzikal yapılarını geleneksel müzik ve batı müziğini buluşturma üzerine kurmuşlardır.
2- Mahzuni Şerif ve Pir Sultan Abdal başta olmak üzere pek çok gelenekçi halk ozanlarının eserlerini yeni bir müzikal düzenlemeyle seslendirmişlerdir.
3- Konuları toplumcudur, yoksulluk ve haksızlık eserlerinin en belirleyici yanlarını oluşturur.
4- Nazım Hikmet, Ahmed Arif başta olmak üzere pek çok toplumcu şairin şiirlerini bestelemişler, sözlerini kendi yazdıkları besteler de yapmışlardır.
5- Eserlerinde ve katıldıkları etkinliklerde sosyalist bir dünya propagandası yapmışlardır.
6- Baskı ve yasaklamalar karşısında genel olarak pasifize olan bir tutum sergilemişlerdir. Örgütlülük düşüncesinden uzak durmuşlardır.