RUHi SU'DAN GRUP YORUM'A TÜRKiYE'DE SOL DEVRiMCi MÜZiK - 2
Devrimci Âşıklar
Ülkemizde sol-devrimci müziğin temellerini, sol muhalefetin yükselmeye başladığı 60 lı yıllarda buluruz. Bu tarihten çok önceleri Pir Sultan Abdal, Köroğlu, Dadaloğlu ve pek çok benzerinde ortaya çıkan halkçı, toplumcu ve muhalif halk ozanı tiplemesi 60 lı yıllara gelindiğinde yeni bir döneme girdi. Sonraki yıllarda etkisini sürdüren ve 80 lerin sonuna doğru devrimciliğini yavaş yavaş kaybeden bu yeni akımın kökleri, 15. yüzyıla kadar uzanır. Temelinde taşlama ve yiğitliği konu alan âşıklık geleneği alanı yalnızca bu iki temel vurgu ile sınırlanmıyordu. Daha çok Osmanlı yönetici sınıfı ile olan çelişkilerin temel olduğu bu müzikal söyleyiş, o dönem içerisinde çelişkiyi en derinden yaşayan Alevi toplumunda kendini yaratıyordu. Bahsettiğimiz döneme yaşadıklarıyla kaynaklık eden, o dönemin öncüsü olarak göstereceğimiz ilk kişi kuşkusuz Pir Sultan Abdal olacaktır. Pir Sultan Abdal; Alevi inancına sahip, bu inancından dolayı Osmanlı tarafından dışlanan bir kişilikti. Bununla birlikte halk müziğinin Osmanlı döneminde asıl belirleyici özelliği; tasavvuf, ölüm, doğa ve zaman gibi konuları temel almasıydı.
Cumhuriyet dönemine gelindiğinde ise, bu geleneğe kısmen sahip çıkıldığını söylenebilir. Türkiye radyolarında bu tür âşıkların türkülerine yer verilmesi, âşıkların bu kurumda memur olarak görev yapması ve türkülerinin radyo repertuarına alınması örnek olarak gösterilebilir. Ama, Osmanlı döneminde olduğu gibi Cumhuriyet döneminde de âşıkların düşüncelerine olan baskıların
ortadan kalkmadığı gerçeği ise hiçbir zaman etkisini kaybetmeyecekti.
isyancı gelenek yüzyıllar boyunca işte bu binlerce âşık tarafından sürdürüldü. Kendi içinde okul özelliği taşıyan bu usta-çırak ilişkisi 60 lı yıllara geldiğinde ise kendisini çok farklı bir misyonla iç içe gördü. O döneme kadar Alevi deyişleri okumak, yaşanılan baskılara ve yoksulluğa tepki göstermek, iktidar sahipleri tarafından her zaman korkuyla bakılacak bir durumdu ve bu özelliğiyle tehlikeli görülüyordu. Fakat yeni durum, âşıkları devrimci faaliyetler ve konserler gerçeği ile karşı karşıya bıraktı.
Ruhi Su işte bu dörtyüz yıllık âşık geleneğinin en gelişmiş örneği olarak karşımıza çıktı. Eğitimli sesiyle geleneğin içerisinde önce yadırganan ve sonrasında da çok sevilen bu sanatçı ülkemizde devrimci müziğin ilk öncüsü olarak düşünülmelidir. Su, 1940larda başladığı müzik serüveninde dünya modern müziği ile geleneksel halk müziği arasında özenli ilişkiler kurdu. Sol müzik geleneği içerisinde ondan etkilenmemiş hiçbir sanatçı ya da grubun olmadığı gerçeği bu öncü rolünün önemini kanıtlar niteliktedir. Su, devrimci müziğin temellerini 1940larda atmıştı ve batı müziği eğitimi de almış olması bu geleneğe bir yenilik getirmesini sağlamıştı. Bu kişisel deneyimleriyle âşıklık geleneğini farklı yerlere taşıdı, geleneğe yeni halkalar ekledi. Onun bu özellikleri dönemin türkücüleri ve müzik grupları tarafından göz ardı edilemeyecek bir kaynak oluşturdu. Su, sağlam bir Batı müziği eğitimi almış olmasına rağmen, türkü ya da şarkı söyleyen kişinin kendi doğal üslubuyla ve tarzıyla müzik yapmasını savunuyordu. 1975 yılında kurduğu Dostlar Korosu yla çağdaş müzik anlayışına yeni boyutlar kazandıran Su, kurduğu koroyla çok sesliliği gündeme getirmiş ve bu anlayış da halk tarafından beğenilmişti.
Ruhi Su devrimci duruşu nedeniyle baskılardan nasibini almış, dönemin iktidarları tarafından da radikal, solcu, politik yaşam tarzıyla hedef tahtasına oturtulmuş bir sanatçıydı. 1951 yılında koroda yer alan ve daha sonra eşi olacak olan Sıdıka Su ile birlikte tutuklandı ve istanbul Sansaray Han da tam beş ay boyunca büyük işkenceler gördü. Aldığı cezalar sonucu 1958 yılına kadar Harbiye ve Adana hapishanelerinde yattı. Hapishanede kaldığı yıllarda bağlama çalarak üretimlerine devam etti, üretimleri sol kesim üzerinde büyük etkiler yarattı. Tedavisi için yurtdışına çıkışı engellenen Su, 1985 yılında yaşama gözlerini kapadı. Üretimleri ve yaşam tarzıyla bugün çok ciddi bir devrimci tarzın temelini oluşturan bu devrimci sanatçı, ülke topraklarına çok büyük miras, kendinden sonra gelenlere de yine aynı büyüklükte bir görev bırakmıştı.
Ruhi Sunun Batı ve şehirli yanına rağmen, döneme damgasını vuran diğer pek çok âşık, geleneğe bağlı bir kır vurgusu taşıyordu. Bu isimlerin başında Ali izzet Özkanı sayabiliriz. O da diğer âşıklar gibi saz çalıp türkü söylemeye küçük yaşlarda başlamıştı. 1940lı yıllarda halkevleri ile ilişki kurmuş, köy enstitülerinde saz öğretmenliği yapmış ve eserlerinde yoksulların sorunlarına ortak olmuştu. Alevilik inancını müziğine yansıtan bir usta-çırak okulundan geliyordu. Daha sonraları devrimci-demokrat gecelerde verdiği konserlerle politik bir yaşam tarzını benimsemeye başladı. Deyişlerin yanı sıra yazdığı taşlamalarla yüzlerce yıllık geleneği sürdüren Özkan, politik yaşamı benimsemiş olması nedeniyle dönemin iktidarları tarafından baskıya maruz kalanlar arasındaydı. Buna rağmen bu yaşamından asla vazgeçmedi. Bedel ödemekten kaçınmadı.
Âşık ihsani, âşıklar arasında 70li yılların incelenmeye değer en değişik prototipini oluşturur. ihsani de yine Âşık Ali izzet gibi yaşamı boyunca savunduğu değerler nedeniyle baskılar, yasaklar ve tutuklamalarla karşılaşmış ama o da diğer âşıklar gibi bu baskılara boyun eğmek yerine devrimci düşüncelerinden ödün vermeyen bir yol izlemişti. Âşıklığa 1947 yılında deyişler yazarak başlayan Âşık ihsani, 60lı yıllarda gelişen devrimci-demokrat örgütlenmeler içinde aktif rol almaya başladı. Anadoluyu karış karış gezen âşık, sosyalist düşüncenin yaygınlaştırılması için büyük emekler harcadı. Devrimci gençliğin ilgisini çekmeyi başardı. Sayısız devrimci-demokrat gece, konser, etkinliğe katıldı. Yaşanan eşitsizlik ve adaletsizliklere karşı militan bir tarzda karşı koydu. Piyasaya çıkan plakları ve kitapları toplatıldı, cezalar aldı ve uzun yıllar pasaport alamayarak yurtdışına çıkışı engellendi. Âşık ihsani bütün bunların yanı sıra yurtdışında da tanınarak dünyanın en önemli politik âşıkları arasında yer almayı başardı.
Ülkemiz topraklarında kendinden en çok söz ettiren, besteleri en yaygın olarak söylenip onlarca sanatçı tarafından albümlere okunmuş âşık, kuşkusuz Mahzuni Şeriftir. Âşık Mahzuni de az önce saydığımız diğerleri gibi Aleviydi. 1953 yılında saz çalıp türküler söylemeye başlamış, türkülerinin konularını da kuşkusuz ezilen, yoksul halkların yaşamı ve Alevilerin dışlanmışlığı olarak oluşturmuştu. Astsubay okulunda eğitim gören ve daha sonra bu göreve başlayan Âşık Mahzuni daha sonraları bu görevinden atılacaktı. 1962 yılında sahneye çıkan Mahzuni, yine diğerleri gibi dönemin devrimci-demokrat örgütlenmelerinde aktif rol oynamaya başladı. Baskılar, tutuklamalar ve yasaklar Mahzuniyi gerileten değil, motive eden unsurlar olmuştu. Mahzuni, kendini Pir Sultan Abdal, Davut Sulari ve Veyselin çırağı olarak görüyordu. Âşık Veysel ile birlikte köy köy dolaşarak türküler derlemişti. Yakın zamanda kaybettiğimiz bu âşık, bugün türkücüsünden popçusuna, deyiş söyleyeninden rockçusuna kadar pek çok kişinin söylediği inanılmaz güzellikte eserler yaratmıştır.
Nesimi Çimen, Davut Sulari, Muhlis Akarsu gibi daha pek çoğunu sayabileceğimiz bu gelenekçi âşıkların küçük farklılıklar taşısa da hepsinde ortak olan özellikleri şu şekilde sayabiliriz:
1- 60lı ve 70li yılların âşıkları usta-çırak ilişkisi içerisinde yetişmiş gelenekçi söz ve saz şairleridir.
2- Birkaçı dışında büyük bir çoğunluğu Alevidir, eserlerinde Alevi inancına yaslanmışlardır.
3- Konuları toplumcudur. Yoksulluk ve haksızlık eserlerinin en belirleyici yanlarıdır.
4- Hemen hepsi dönemin politik devrimci-demokrat örgütlenmelerinde yer almışlardır. Bizzat örgütlü olmuşlar, örgütlülüğü savunmuşlardır.
5- Sosyalizmi benimsemiş ve eserlerinde, katıldıkları etkinliklerde sosyalizm propagandası yapmışlardır.
6- Baskı ve yasaklamalar karşısında pasif ve gerileyen bir tarzı değil aktif ve direnen bir tarzı benimsemişlerdir.
7- Geleneksel olarak bağlama ile birlikte çalıp söylemişlerdir, pek azı eserlerini orkestral bir yapı ile seslendirmiştir.
8- Selda, Edip Akbayram, Cem Karaca, Livaneli gibi gelenek dışındaki gençleri etkilemiş, onlara esin kaynağı olmuşlardır.
Âşıklar, kitle iletişim araçlarının bugüne kıyasla çok daha geri olduğu 60lı ve 70li yılların büyük propagandistleri olma özelliğini de taşıyorlardı. 12 Eylülle birlikte bu gelenek, yavaş yavaş politik gücünden uzaklaştı. Eskiler birer birer yaşama gözlerini yumarken, usta-çırak okulundan yetişen yenileri, bu büyük devrimci geleneği dar bir Alevilik ve halk müziğinin teknik sorunları arasında kısır bir yere oturttular. Birer birer devlet sanatçısı olan bu çıraklarla birlikte gelenek bugün var olup var olmama savaşı veriyor. 12 Eylül ve bu çırak âşıklara daha sonra değineceğiz