" Halklar kardeştir. Aralarında kültür alışverişinde bulunurlar. Bunu önyargısız yaparlar. Birbirlerinden beğendikleri değerleri alır, kendi yapısında özümler, yaşatırlar. Böylece kültürleri zenginleşir, yaşam daha bir güzelleşir, geleceğe daha bir hazırlıklı olurlar. () ama halklar arasındaki bu doğal alış-veriş ancak iki halkın da özgür ve bağımsız olmalarıyla olasıdır. Bu halklardan biri özgür ve bağımsız değilse, kültür alışverişi tek yanlı olur. Biri hep kaybederken, öbürü hep kazanır, kültürel değerler açısından zenginleşir. Bağımlı ulusun kültürü de bağımlı bir kültür durumuna dönüşür. (Ömer Polat)
Uzaklarda aramaya hiç mi hiç gerek yok. Günümüzde Kürt halkı yukarıda anlatılan süreci yaşıyor ve ne yazık ki Kürtler, bu süreç içerisinde de hep kendi kültüründen vermek zorunda kalmıştır. Kürt halkı, öyküleri, türküleri alınıp başka uluslara mal edilirken, kendi kültürünü başka kültürlerle doğal alışveriş içerisinde zenginleştirme imkanı bulamamıştır. Bunun başlıca iki nedeni olduğunu söyleyebiliriz: Birincisi; doğal alışveriş için gereken araç ve gereçlerden uzun yıllar boyunca uzak kalmış, devlet olamamanın yol açtığı kurumlaşma sorunlarıyla birlikte kültürel değerlerine de yeterince sahip çıkamamıştır. ikincisi ve asıl nedeni ise; egemen ulusun baskı ve asimilasyon politikalarıdır. iktidarlar Malını yemeyenin malını yerler sözünü doğrularcasına politikalar geliştirmiş ve bunu uygulayagelmiştir.
Kürt sanatı konusunda, özellikle son on yıl içerisinde yapılan çalışmalar, bünyesinde çeşitli yetersizlikler ve olumsuzluklar taşısa da, bu kültüre sahip çıkma noktasında ileri bir adım olarak görülmelidir.
Osmanlı döneminde Kürt kimliğinin kabul görmesinin bir sonucu olarak Kürtlerin dar da olsa yazılı edebiyatının var olması, onlara kısa süreli bir yarar sağlamıştı. Osmanlının son dönemlerinde gittikçe yoğunlaşan ve bölgenin merkezileştirilmesi amacıyla yapılan baskı ve katliamlar, Cumhuriyet ile birlikte artık başta Kürt halkı olmak üzere başka halkların ve etnik grupların asimilasyonunun ve kültürlerine ipotek koymanın temelini oluşturmuştur. ismet inönü bu politikayı en açık haliyle şu şekilde ifade ediyor: Vazifemiz bir vatan içinde bulunanları behemahal (mutlaka) Türk yapmaktır.
Başlangıçta Cumhuriyet yönetimi Osmanlı kültürüne alternatif bir kültür yaratma çabası içine girdi. 20lerde açılan Türkiyat Enstitüsü, konservatuar, Türk Ocakları gibi kurumlar, yerini 30lu yıllarda Halkevleri, Türk Dil Kurumu, Türk Tarihi Kurumu gibi yeni kurumlaşmalara bırakıyordu. Bu kurumlar Türk ulusu adına ciddi ve başarılı çalışmalar yapmalarına rağmen, Kürt kültürüne ve diğer halkların kültürlerine ipotek koyma temelinde bir kültür politikasının aracı olmuşlardı. Bunu nasıl yaptıklarına ilişkin şunları söyleyebiliriz:
Öncelikle derleme ve taramalarda öteki halkların birikimleri bir kenara itiliyor ve yalnızca Türk halkının ürünlerine yer veriliyordu. Ayrıca ilk dönemlerde içinde Kürt sözcüğü geçen Türkçe eserler de bir süre sonra yerini Kürt sözcüğünden arındırılmış (!) başkalarına bırakıyordu. Örneğin bugün bildiğimiz Türkmen Kızı isimli türkü o yıllarda yine Türkçe olarak Kürdün Kızı şeklinde söyleniyordu. ikinci adım olarak, yine aynı politikalar çerçevesinde eserlerini Kürtçe icra eden Kürt sanatçılar da Türkçe söylemeye özendiriliyordu. Diyarbakırlı Celal Güzelses, Urfalı Mukim Tahir, Urfalı Cemil Cankat gibi Kürt sanatçılar artık radyoda Türkçe söyleyen sanatçılar durumuna düşmüşlerdi. Bunların dışında her iki kültürün karşılıklı etkileşmesiyle ortaya çıkan ürünleri icra eden Zaralı Halil, Malatyalı Fahri gibi sanatçılar da vardı. Bu geleneğin bugün de bazı örneklerini görmeye devam ediyoruz: Nuri Sesigüzel, ibrahim Tatlıses, izzet Altınmeşe, Bedri Ayseli, Selahattin Alpay, Hüsamettin Subaşı, Mahmut Tuncer, Burhan Çaçan, Hülya Süer.
Böyle bir değişimin, tek başına türkülerde olduğunu söylemek doğru olmaz. Diğer alanlarda da yine Kürt sanatçılar artık Türkçe eserlerle başarılar kazanmaya başlamıştı. Romanda Orhan Kemal ve Yaşar Kemal, sinemada Yılmaz Güney, özgün bir örnek olmakla birlikte Ruhi Su, şiirde Ahmet Arif, yine özgün bir örnek olan orkestra şefleri Hikmet Şimşek ve Gürel Aykal bu yeni sanatçı tipinin ilk akla gelen örnekleridir. Sonradan öğrendikleri bir dille bu kadar başarılı olabilen bu sanatçıların, kendi dilleriyle neler yapabilecekleri de şüphesiz ortadadır.