dan brown'dan ilk okuduğum kitap kayıp semboldü, sonra melekler ve şeytanları okudum, ardından da da vinci şifresi.
olay şu ki brown her üç kitapta da aynı kurguyu uygulamış. kahramanımız langdon uygunsuz bi zamanda aranır, telefondaki ses gizemli şekilde konuşur, kahramanımız başta inanmaz, dikkate almaz, sonradan bir şekilde kendini olayın içinde bulur, ikinci karakter kadındır, kahramanımıza yardım eder, mutlaka ayak bağı güvenlik görevlileri olur, robert önce yanlış sentez yapar ve "gizemli" insanların oyununa gelir gibi olur ki bir bakarsınız kafada şimşekler çakar, robert langdon aydınlanır, tüm parçaları yerine koyar, işi çözer, tüm olaylar 24 saat içerisinde gelişir ve olayın sonucunda "hiç beklenmedik (!)" insanlar bunların altından çıkar. bu durum serinin heyecanını katlediyor. kayıp sembol çok başarılı bir kitaptı, ancak melekler ve şeytanları okurken aynı kurguyla karşılaşınca kitap o kadar hoşuma gitmemişti, da vinci şifresinde ise kabak tadı verdi ve yazara bakış açım kayıp sembolü okuduktan sonrakinin tam tersine döndü.
velhasılı, kitap güzel, diğer iki kitapla aynı olduğunu göz önüne almazsak kurgusu da güzel, içeriye serpiştirilen bilgiler/felsefeler güzel. ama bu brown kurgusu artık sıktı.