şaban oğlu selim ile kitabı

entry1 galeri
    1.
  1. nazım hikmet ran'ın nehir şiiridir; manzum hikayesidir.
    nevizade'de dertlenip bir şarap içen bir gözyaşı döken, bir hapishane kayıt memuru, 25 yıllık memur; yağmurlu istanbul gecesi; çakırkeyifliğin verdiği ruh haliyle bilincini akıtır dize dize; geçmişten bugüne; sultanahmet'ten bebek'e; sarayburnu'ndan nedim'e...

    şabanoğlu selim'in sesi duyulur beykoz cam fabrikasından; katıksız inançlı, sevdiklerini hilesiz seven selim'in gözleri lamba şişelerine bakarken ışıldar...
    kuzguncuk'ta pansiyoncu madam ve kızı raşel'in kiracısı selim'in odası, geceleri karanlık şileplerin geçtiği odası. ve komşu yalı'daki mebrure hanım'ın unutulmuşluğu; çıplak çocukların kuzguncuk'taki akşam çığlıkları...

    kitap...

    son vapur...

    yirmi birinci yaprak; selim hürriyetin şarkısını söylemekte...

    raşel'in korkulu rüyası ve selim'in kırkıncı yaprak ile alçaklıktan kurtuluşu.

    neticesinde hapishane kayıt memuru ile yollarının kesişmesi... geçmişi, zulümleri bilen, bunların acısını içinde taşıyan ama bunlara karşı durmaya kendince de olsa çabalamaktansa geceleri meyhanede istanbulla beraber tüm acılara, katledilenlere gözyaşı döken 25 yıllık bir hapishane kayıt memuru ile kitaplarla hürriyet şarkısını söyleyen ve her notasını çevresine anlatan fabrika işçisi selim'in; herşeye büyük bir sırrı çözecekmiş gibi bakan selim'in raşel'in aşkını mücadelenin mayasına karan aşık ruhunun hazin ama onurlu buluşması.

    I
    iSTANBUL'DA, BALIKPAZARI'NDA, BiR MEYHANEDE
    BiR HAPiSANE MUKAYYiDi

    «- Yanarak,
    yanarak parmakları şerrârelerden
    insan yüreklerine dokundu bu elleri
    yirmi beş senedir
    yani bir rubu asır
    hapisane kaleminde mukayyit kulunuzun...
    insanoğlunun ömrü
    belki lüzumundan fazla kısa
    belki lüzumundan fazla uzun...
    Bir tek daha içelim...
    "Ağlamaktan,
    ağlamaktan yine zehroldu şarabım bu gece..."»

    Kalktı Bebek tramvayı Eminönü'nden.
    Zifiri karanlık Balıkpazarı.
    Meyhanenin camlarına yağmur yağıyor...

    «- Ruhum,
    "havâda yaprağa döndürdü rûzigâaar beni..."
    Muallim Naci merhum...
    Bu hâyı huy
    bu hâyı huy neden?
    Ve insanlar neden dolayı
    şu tabakta yatan uskumru gibi mahzun?
    Kıyamet günü
    bir suali var Ezraile
    hapisane kaleminde mukayyit kulunuzun...
    Bir tek daha içelim...

    Hiç adam asılırken gördünüz mü?
    Yarın bir tane asacağız,
    şafakla
    şafakla beraber...
    Abdülhamid
    atardı Tıbbiye talebesini
    Sarayburnu'ndan.
    Akıntı götürmüş çuvalları
    bulamadılar...
    Çok adam
    çok adam asıldı Hürriyette...
    Eskiden köprü başında asarlardı,
    bunu Sultanahmet'te...
    Yağmur dinmezse ıslanacak...
    Bir tek daha içelim...
    istanbul şehrinin yoktur menendi.
    "Âdemin
    âdemin canlar katar âbuhavâsı cânına..."
    demiş,
    demiş şair Nedim Efendi...»

    II

    ŞABAN OĞLU SELiM

    Beykoz'un cam fabrikası
    moderen fabrikadır.
    Pencere camlarını biraz dalgalı çıkarır,
    biraz çarpıksa da su bardakları,
    kesme likör kadehleri harikadır...

    Ustabaşı değildi Selim
    büyük ustaların hünerini almıştı ama.
    Onun elinden çıkan cama
    gözlerin kapalı ayna dökebilirsin.
    Selim daima
    büyük bir sırrı çözmek
    bir şeyler anlamak ister gibi bakar adama.
    inandıklarına katıksız inandı,
    sevdiklerini hilesiz sevdi Selim.
    Severdi pencere camlarını,
    severdi lamba şişelerini,
    karafakileri sever,
    likör kadehlerine düşmandı...

    III

    KUZGUNCUK

    Beykoz'da oturmalı
    Beykoz'da çalışan adam.
    Fakat Kuzguncuk şirin yerdir
    ve gayet nefis yapar gül reçelini
    pansiyoncu Madam
    ve kızı Raşel...

    Aynada bir kartpostal :
    bir manzara Nis şehrinden.
    iskemle, karyola, konsol...
    Denize nazırdı pencereleri...
    Güneşte tavana suların ışıltısı vurur,
    karanlık şilepler geçerdi geceleri
    insanı olduğu yerde
    eli böğründe bırakarak...

    Selim'in odası havadardı.

    Kırmızı yazmalar kururdu yandaki boş arsada.
    Sağda Cevdet Paşa yalısı.
    Yalıda bir tavus kuşu
    bir de Mebrure Hanım vardı.
    Mebrure Hanım
    tafta entariler giyerdi.
    Çok ihtiyardı
    ve mavi gözleri kördü.
    Tentene işlerdi Mebrure Hanım.
    Uyanır bir beyaz güle başlar,
    uyurken dağıtırdı gülünü...
    Merhum Cevdet Paşa yalısında
    Mebrure Hanımı unutmuşlardı...

    Beykoz'da oturmalı
    Beykoz'da çalışan adam.
    Fakat Kuzguncuk şirin yerdir
    Ve kırmızı yazmalar kuruyan boş arsadan
    dünyayı zapta gidecek olan
    pulsuz balıklar gibi çıplak çocukların
    her akşam dinlerdi çığlıklarını Selim...

    IV

    KiTAP

    «Kitap rüzgâr olmalı, perdeyi kaldırmalıdır,
    kitap, kanber tayı olmalı Şah ismail'in
    seni sırtına alıp
    devlerin üstüne saldırmalıdır.
    Devler kale kapısında
    devler yedi başlı ve simsiyah dururlar...
    Onları mutlaka yeneceksin.
    Bir duvar yıkılacak
    bir bahçeye ineceksin...»

    Böyle bir kitap buldu Selim :
    Kara kara yazılar
    beyaz kâat üstünde.
    Büyücek bir el kadar
    kırk yapraklı bir kitap...

    V

    SON VAPUR

    Kalktı son vapur iskeleden.
    «64» numara, pul pul karışıp yıldızlara
    boş ve yorgun akıyor suyun üstünde...

    Gece seslerle dolu.
    Aynada : Raşel'in kolu
    Selim'in eli
    ve son vapurun yolu...

    «- Selim, ateş gibi elin...»

    Eli beyazdı,
    karanlık gözleri
    ve kırmızı saçları vardı Raşel'in...

    VI

    YiRMi BiRiNCi YAPRAK

    «Toprağın ismiyle başlarız söze.
    Sen ki topraksın
    seni sevmeyi bilmeli.
    Sendedir ekinimizin tohumu
    ve yapılarımızın temeli.
    Demirimiz ve kömürümüz sendedir.
    Sendedir rüzgârların gibi geçen ömrümüz,
    sendedir...
    Sen ki topraksın,
    durup dinlenmeden değişirsin.
    Sen su damlalarında halkeyledin bizi.
    Biz seni değiştirip
    değiştirmedeyiz kendi kendimizi...»

    Bu, yirmi birinci yapraktır.
    Selim kapattı kitabı.
    Hürriyetin ilk şarkısı anlamaktır.
    Ve Selim,
    ve Şaban oğlu Selim şarkı söylüyor...

    VII

    RAŞEL'iN RÜYASI

    «- Hasan Ustayı çıkarmışlar işinden.
    Çocukları var :
    şu kadar, şu kadar...
    Laz fırıncı dükkânını kapatmış,
    ve Doktor Moiz
    dün vurdu kendini...
    Seni dinledim dinleyeli, Selim,
    korkulu rüyalar görüyorum :
    Şişman adamlar, kolları alabildiğine uzun,
    tırnaklarında kan
    omuzlarında altın çuvalları
    rap, rap, yürüyorlar...
    Ne çok insan öldürüyorlar, Selim,
    ne çok insan öldürüyorlar...»

    «-Korkma günler bizimdir,
    bizimdir, Raşel'im...»

    VIII

    KIRKINCI YAPRAK

    «Gelirken dünyaya kanla, ateşle,
    çağırdılar yedi kat yerin altından
    mezarlarını kazacak olanları...»

    Bu kırkıncı yapraktır.
    Selim kapattı kitabı.
    Anladığını anlatmayan alçaktır...
    Ve Selim,
    ve Şaban oğlu Selim...

    IX

    iSTANBUL'DA, HAPiSANEDE HAPiSANE MUKAYYiDi

    «- Bugün bir hayli yolcu aldık.
    Bu meyanda :
    gümrük ihtilâsı,
    eroin şebekesi ve Topkapı cinayeti
    geldiler.
    Mevcut : 727.
    Kadınlar hariç.
    Bugün de geçirdik vakti keraheti...
    Bir misafir daha var,
    onu da kaydedelim :
    1328,
    1328 doğumlu
    Şaban oğlu...
    Mirim,
    ben yazarken
    sen pencereden bir nazar et :
    böyle akşam ışığında
    durur
    durur taştan değil
    renkli camlardan yapılmış gibi Sultanahmet...
    ... 1328
    1328 doğumlu
    Şaban oğlu
    Şaban oğlu Selim...
    Ayaklarının üstüne basamıyor
    ve sol gözü kan içinde...
    Esbabını bilirim...
    Mirim,
    bu hâyı huy,
    bu hâyı huy neden bu beldede?
    Ey Fuzuli nerdesin?
    Nerdesin Galip Dede?
    Ey Nedim...
    istanbul şehrinin yoktur menendi.
    "Âdemin
    âdemin canlar katar âbuhavâsı cânına..."
    demiş,
    demiş şair Nedim Efendi...»
    0 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük