sözlüğün değerli ilericileri, yurtsever yazar ve okurlar...
akp iktidarının 10. yılına bastığımız şu dönemde, ülkemizde gericilik, piyasacılık, işçi emekçi düşmanlığı ve amerikancılık ve bunların olmazsa olmaz sopası baskı ve faşizm aldı yürüdü. hergün akılalmaz haberler okuyor, açıklamalar duyuyoruz.
türkiye akp iktidarıyla birlikte, 12 eylül 1980 faşist darbesiyle kuruluşuna başlanan ikinci cumhuriyet devrinin tüm gücüyle egemen olduğu bir ülke haline geldi.
bu iktidarın bir an önce yok olup gitmesi için, önce onun destek aldığı üç sacayağını iyi bilmek zorundayız:
-abd emperyalizmi,
-dincilik,
-patronlar yani büyük sermaye.
türkiye sağı bu üç ayağın desteğini de aynı zamanda ve sorunsuz biçimde alan, almayı sürdüren bir siyasi ortaklık yaratamamıştı. bunu akp ile başardılar.
böyle bir ortaklığın tekerine bu ülkenin emekçileri nasıl çomak sokacaktır peki?
elbette üretimden gelen güçlerini kullanarak. yani üretim yapmayarak, iş bırakarak.
ve elbette bunu tüm iş kollarında gerçekleştirerek.
yani eğitimde, sağlıkta, ulaşımda, iletişimde, sanayide, tüm iş kollarında yani.
unutmayalım ki grev yalnızca ekonomik sebeplerle yapılmaz, siyasi grevler de yapılır.
bu ülkede meclis içerisinde yürütülen türden muhalefetin işlevi sona erdi artık bunu görmek gerek. meclis artık bir el kaldırıp indirme hareketi yapılan jimnastik salonundan farksız.
bu ülkede muhalefet yapma sorumluluğu artık emekçilerin bizzat kendi omuzlarına düşüyor.
1 hafta, evet 1 hafta grev bu iktidarı kilitleyecektir. belki sıkıyönetim bile ilan edebilirler, ama emekçinin inadı ve kararlılığı karşısında giderek güçsüzleşeceklerdir. zorla iş ve hizmet ürettiremeyeceklerine göre, işçi sınıfının en büyük silahı olan grevin öldürücü ateşi, akp'yi yakacaktır.
askerden, chp'den, mhp'den medet ummayı bırakmak, tarihte bu yukarıda saydığım üçlüye 12 eylül faşist darbesini yaptıracak kadar güçlü bir direniş ve muhalefet geleneği yaratmış türkiye işçi sınıfı'na, yani kendimize güvenmek gerek!