zonguldak'tan taşınalı uzun süre oldu, ama oturduğumuz evin her ayrıntısı dün gibi aklımdadır. özellikle kapı girişindeki kahverengi halının geometrik konumunu bile tarif ederim size. peki rüyayla alakası ne bunların? gelelim...
zaman zaman o eski yılları düşünmek, rüyalarda insanı o yıllara götürebiliyor ve saçma rüyaların oluşması kaçınılmaz oluyor...
mekan zonguldak'taki evimiz... halı kapı girişinde yine çapraz duruyor. ayakkabılık ve portmanto yine eski gazetelerle dolu ve o an kapı çalıyor. kapıyı açıyorum. bir bakıyorum... gelen kim mi? gelen kıraç! evet kıraç...
jokervari dudakları, hin bakışları ve üstünde herzaman kliplerinde giydiği siyah badisiyle karşımızda dikiliyor; ama üstü biraz kirli,pis gibi... kliplerinde çorak topraklarda çamurlara düşmekten belki de... hemen buyur ediyoruz salona, bir tokalaşıyoruz, tam öpecekken leş gibi kokuyu duyuyorum. evet, kıraç leş gibi ter kokuyor. çaktırmıyorum kıraç'a ama rahatsız da oluyorum.
kıraç salondaki beyaz koltuklara oturacakken annem yüzünü buruşturuyor... o pislikle oraya oturmasını uygun görmüyor demek ki. başlıyoruz muhabbete...
-çok uzun yoldan geldim, diyor kıraç.
-neresi? desem de çok sallamıyor anlatıyor da anlatıyor. ve kolunu omzuma atmak istiyor bir abi edasıyla. ve o an kokudan bayılacak oluyorum...
-e tufan abi *sen de amma pis kokuyorsun bee! diyorum...
ve uyanıyorum...
rüya garip; rüyamda 9 yaşında olduğum günlerdeyim, yani bundan 13 sene öncesinin ortamındayım ve o yıllarda kıraç meşhur değil, öyle biri yok... neyin sentezidir bu?