şaşırtıcı derecede açık, sade başlayan bir bandini öyküsü. bu adam yazdı mı böyle yazmaz önyargısını kırıyor gibi başlarda. Ama sonlara doğru yine yapıyor yapacağını. Bu hikayede yok yok. Camus, rimbaud, ö.seyfettin. hikayede coğrafya sentezi derken hep bundan bahsetmişimdir. Doğu ile batının harmanlamasını çok iyi yapmış yazar. Dilinin sadeliği nerdeyse fransız sembolizmine bir gönderme. Ya da bir sartre ya da camus sadeliğine, basitliğine açık çek. Ancak verdiği mesajlar da bir o kadar fransız edebi anlayışına uygun. Bizden karakterlerin, avrupadan esintiler ve yazarın iç dünyası ile olan birleşimi çok profesyonel.
Hikaye bir anti-vicdan hikayesi adeta. Ö.seyfettinin kaşağısından direk alıntılı (tasvip etmesem de) karakter ve olay örgüsünün daha sonra değişmesi ile durumu kurtaran bir ilerleyiş hakim. Kaşağıda vicdan azabı çekip suçunu itiraf eden karakterin aksine buradaki karakterimiz yaşadıklarından çıkarımla bunu yapmayı haklı görüyor. Kaşağıdaki o çocuk masumiyeti burada karakter olgunlaştıkça mantığın kölesi olmaya başlıyor. Öyle ki karakter onca yaşantısından sonra o itirafı yapmadığı ve kaderinin çizgisini değiştirmediği için kendinden, mantıklı gerekçelerle gayet emin. Okuyucuyu, karakterin, yapmadığı bir itirafa rağmen taraftarı kılıyor resmen. Vicdan meselesinin ne kadar değişken olduğunu vurguluyor. Hikaye sanki kaşağının karanlık tarafı.
Olay örgüsünde yaşananlar, karakterin bizlerde bıraktığı etki ise kesinlikle bir arthur rimbaud biyografisi niteliğinde. Karakter, özgür babasına olan hayranlığı ile yollara düşen bir evlat, adeta rimbaudun o dünya görüşüne uyarlanmış ve hayat hikayesine paralel güdülmüş. Rimbaudun özgürlükçü ve bağımsız düşüncesi, hayatını buna göre endeksleyip adeta hayata meydan okuması, ülke ülke gezmesi, bunu yaparken toplumları ve kendisine dayatmaya çalıştıklarını yerle bir eden, açık açık cesurca dillendiren o tavrı bu öyküdeki karakterin hal ve hareketlerinde görülebiliyor. Ve bu yapılırken karakter tamamen batılılaştırılmayıp, adeta bir anadolu çocuğu vasfında okuyucuya sunuluyor. Bu da bu hikayenin en mükemmel yönlerinden birisi.
Öyle ki karakter çiftlik sahibi bir babanın çocuğu. Köy çocuğu. Şiveli, şehir hayatının görgüsünü bilmez. Ve tam bu noktada yaşadığı zorlukları (okulda bir gencin gururuna gidecek zorluklar) alt etmede belki de taşra çocuğu olmasının avantajları beliriyor. Neticede tanıştığı, şehir hayatını bilen son derece kendine bakabilen ve hinliklerden haberdar başka bir karakterle tanışıyor. Bu karakterin vasıfları, zengin sınıfın içinde olan ama zengin olmayan, ancak zenginle nasıl baş edilir, zekasıyla bunu becerebilen, kişisel yetenek ve kıvrak hamleleri ile yapabilen bir odakta birleşiyor. Taşra-büük şehir kültür farklılıklarının bir potada eritilmesi ise ana karakterin bu yan karakterle tanışması ve ilerleyen olaylar. Kendisine olan hayranlık, ondan öğrendiği birçok şey gibi.
Esas karakterin en büyük özelliklerinden birisi de yine yalnız olması. Ve yine bunu ben rimbaud hayranı bir yazarın adeta rimbaudu yazma tutkusu olarak görüyorum. Rimbaudun toplumsal normların insan üzerinde kurduğı baskıyı öyle bir eleştiriş şekli vardır ki, o tarzı bu hikayede görmek bile isterdim. Onun yerine daha çok rimbaudun iç dünyası, karakterin iç dünyası ile paralellik göstermiş. Öyküdeki karakter yer yer çözümlemeler yapıp rimbauda göz kırpmıyor da değil hani.
Karakterin yaşadıkları ile annesinin hasta olduğunu öğrenip köye dönmesinden sonra gördüğü muamele arasında ise harika bir çözümleme var. Şehre gitmiş şehirleşmiş bir evlat, dalından düşmüş ve çürümeye başlamış bir meyve gibi anlatılıyor adeta. Ve karakterin şehir hayatını tasvir etmesi, şehir kültürüne geri dönerken adeta özeleştiri yapması da camusun yabancısına alkış tutuyor. Normali ya da toplumun normal gördüğünü kabul etmeyip, o normalliğe ters gidecek birçok davranışı takınmış bir adamın toplum içindeki yabancılaşması, zaman sonra yalnızlığa dönüşüyor. Ki bu yalnızlık insnaı eğiten en büyük etmenlerden biri. Rimbaudun o usta kaleminin gelişmesinde, şiirde yeni çığırlar aşmasının altında ve sembolizmi kurmuşlardan biri olmasının altında da bu yatmıyor mu? Bilenler bilir.
Rimbauda göz kırpan bir diğer kısım savaşın adının anıldığı kısım. Rimbaudun savaş karşıtlığından ötürü belki de hikayede bir savaş adı geçmekte.
Sonlara doğru ise ilginçlik daha da artıyor. Karakter annesini kaybettikten sonra şehire tamamen yerleşiyor. Hayatı normal seyrine giriyor ancak kafasını yastığa koyduğunda bilmem kaç yıldır bastırdığı o vicdani azabın geri geldiğinden bahsediyor. Ve baştan aşağı bir vicdana olan bakış açısının işlendiği bu öykü, batı esintisinin sonunda yine karşımıza çıkıyor. Öyle ki bir zaman tanıştığı ve savaşta kaybettiği dostu ile planladıkları eylemleri gerçekleştirmemenin pişmanlığından da bahsediyor. Hata bundan bahsettiği yerin, bastırdığı vicdan azabından bahsettiği kısımdan hemen sonra olması da pek manidardır. Oradaki cümleler açıklıyor her şeyi, tekrar etmeme gerek yok.
Bitişte ise rimbaudun asılmışların balosu şiirinden alıntılar mevcut. Karakterin hikayesini anlattığı yer yanlış anlamadıysam tahtalı köy * çünkü yine zamanında yanlış yorumlamadıysam asılmışların balosu ölüm temasına değinen bir şiirdir. Bitişte karakterin yerini belli etmesi için iyi bir seçim bu dizeler.