richard brautigan

entry29 galeri
    10.
  1. kahve

    Bazen hayat sadece bir kahve meselesi; ya da bir bardak
    kahvenin ne kadar yakınlık getirebileceğinden ibaret. Bir
    keresinde kahveyle ilgili bir şey okumuştum. Kahvenin sağlık için
    iyi bir şey olduğundan bahsediyordu; içorganları düzenliyormuş.

    Önce bunun hiç de hoş olmayan, garip bir yaklaşım
    olduğunu düşündüm; ama zamanla kendi içinde bir şeyler
    ifade ettiğini anladım. Ne demek istediğimi şimdi
    açıklayacağım.

    Dün sabah bir kızı görmeye gittim. Ondan çok hoşlanıyorum.
    Aramızda olan herşey geçmişte kaldı. Artık beni
    hiç umursamıyor. Onu terk ettim, keşke etmeseymişim.

    Kapısını çaldım ve aşağıda beklemeye başladım. Üst katta
    dolaştığını duyabiliyordum. Hareketlerinden yatağından
    kalktığını çıkardım. Uyandırmıştım onu.

    Merdivenlerden aşağıya indi. Yaklaştığını karnımda
    hissedebiliyordum. Attığı her adım duygularım
    karmakarışık ediyordu ve kaçınılmaz olarak ona
    kapıyı açtırdı. Beni gördü ve buna sevinmedi.

    Bir zamanlar bu onu çok sevindirirdi, geçen hafta. Bazen
    tüm onlar nereye gitti diye safça soruyorum kendime,

    "Kendimi iyi hissetmiyorum şu an," dedi. "Konuşmak istemiyorum. "

    "Bi' bardak kahve koyar mısın?" diye sordum, çünkü bu
    o anda dünyada en son isteyeceğim şeydi. Öyle bir söyledim ki
    sanki ona acaip kahve içmek isteyen, başka hiçbir şeyle ilgilenmeyen
    başka birinden bir telgraf okuyormuşum gibi çıktı sesim.

    "Peki," dedi.

    Merdivenlerden yukarıya onu takip ettim. Çok saçmaydı.
    Üstüne bir elbise geçirivermişti. Elbise daha tam olarak vücuduna
    intibak sağlayamamıştı. Size sonra bir ara onun kıçından bahsederim.
    Neyse, mutfağa girdik.

    Raftan bir tane neskafe kavanozu çıkarıp masanın
    üstüne koydu. Bir bardak ve çaykaşığı çıkardı. Ben de
    bardağa ve çaykaşığına baktım. Ağzına kadar suyla dolu
    çaydanlığı ocağa koyup altını yaktı.

    Tüm bu sürede tek bir laf etmemişti. Bu sürede elbiseleri vücuduna
    intibak sağladı. Ben artık sağlayamayacağım. Çıktı
    mutfaktan.

    Sonra merdivenlerden aşağıya inip hiç mektup falan
    gelmiş mi diye baktı. Ben gelirken görmedim diye hatırlıyorum.
    Tekrar yukarı çıkıp başka bir odaya girdi. Üstüne
    kapıyı kapadı. Ocağın üstündeki suyla dolu
    çaydanlığa baktım.

    Suyun kaynamasına daha yaklaşık bir
    sene vardı. Aylardan Ekim'di ve çaydanlıkta çok fazla
    su vardı. işte o yüzden. Suyun yarısını
    lavaboya boşalttım.

    Şimdi daha çabuk kaynardı. Yaklaşık altı
    ayda falan. Ev sessizdi.

    Dışarıya verandaya baktım. Bir sürü çöp torbası
    vardı. Çöplerdeki konserve kutularına, soyulmuş
    kabuklara falan bakıp son zamanlarda neler
    yediğini çıkarmaya çalıştım. Hiç bir şey anlaşılmıyordu.

    Mart ayı geldi. Su kaynamaya başladı. Bu
    çok hoşuma gitti.

    Masaya baktım. Neskafe kavanozu, boş
    bardak ve çay kaşığı önümde bir cenaze servisi
    gibi duruyorlardı. Kahve yapmak için gereken
    malzeme bunlardır.

    On dakika sonra evden çıkarken, içimde bir
    mezar gibi güvende bir bardak kahve,
    "Kahve için sağol." dedim.

    "Bişey değil," dedi sesi kapalı kapının
    arkasından. Onun sesi de bir telgraf gibi
    çıkmıştı. Gitme zamanım gerçekten gelmişti.

    Günün geri kalanını kahve yapmayarak geçirdim. Büyük
    keyifti. Sonra akşam oldu, bir restoranda yemek yiyip
    bir bara gittim. Biriki içki yuvarlayıp biriki insanla
    konuştum.

    Bar adamlarıydık hepimiz ve bar şeyleri konuştuk.
    Hatırlanmayacak şeyler, bar kapanana kadar. Saat
    sabahın ikisiydi. Dışarı çıkmam gerekiyordu. San Fransisko
    sisli ve soğuktu. Sisi düşündüm; kendimi çok
    insani ve çaresiz hissettim.

    Başka bir kıza daha uğramaya karar verdim. Nerdeyse
    bir senedir hiç görüşmemiştik. Bir ara çok yakındık.
    Şu anda ne düşündüğünü merak ettim.

    Evine gittim. Kapı zili yoktu. Bu ufak da
    olsa bir başarı sayılırdı. Bütün ufak başarılarının
    kaydını tutmalı insan. Ben nasılsa yapıyorum.

    Kapıyı açtı. Önünde uzun bir elbise tutuyordu.
    Beni gördüğüne inanamadı. "Ne istiyorsun?"
    dedi, beni gördüğüne artık inanmış bir şekilde.
    Direk içeri daldım.

    Dönüp kapıyı kapatınca vücudunu profilden
    gördüm. Elbiseyi tamamen üstüne geçirmeye
    uğraşmamıştı.
    Sadece önünde tutuyordu.

    Başından ayaklarına kadar uzanan kırılmamış
    bir beden çizgisini görebiliyordum. Biraz
    garipti. Belki çok geç bi' saat olduğundan.

    "Ne istiyorsun?" dedi.

    "Bi' bardak kahve," dedim. Ne komik
    birşey, gerçekten istediğim yine kahve
    değildi.

    Bana bakıp hafifçe profilinin çevresinde döndü.
    Beni görmek hoşuna gitmemişti. SSK istediği kadar
    zaman herşeyi iyileştirir desin. Bedeninin kırılmamış
    çizgisine baktım.

    "Neden benimle bi' bardak kahve içmek istemiyo'sun?" dedim.
    "içimden seninle konuşmak geldi. Ne zamandır hiç
    konuşmadık."

    Bana bakıp hafifçe profilinin çevresinde döndü. Bedeninin
    kırılmamış çizgisine baktım. Bu iyiye işaret
    değildi.

    "Çok geç oldu," dedi. "Yarın erken kalkmam gerekiyo'.
    Kahve istiyorsan, mutfakta neskafe var.
    Benim yatmam gerekiyo'."

    Mutfak ışığı açıktı. Koridordan mutfağa
    baktım. içimden hiç gidip kendi başıma
    bir bardak daha kahve içmek gelmedi. Başka
    birinin evine daha gidip de bir bardak kahve
    istiyorum demek de gelmiyordu içimden.

    Bütün günümü çok garip ziyaretlere adadığımı
    farkettim, bu şekilde planlamamıştım halbuki.
    Ama en azından neskafe kavanozu masanın üstünde
    boş beyaz bir fincanla kaşığın yanında değildi.

    Bahar gelince bir erkeğin bütün hayallerinin aşk
    üzerine kurulduğunu söylerler. Eğer yeterli zamanı
    kalırsa, içlerine bir bardak kahve de koyabilir.

    ingilizce'den çeviren: Cem Duran .
    5 ...