Emperyalizmin savunucuları küreselleştirdikleri sermayenin yanında terörü de ne yazık ki küreselleştirmişlerdir. Bunun en açık örneği 11 Eylül saldırıları ve ardından uluslararası bir paranoya haline gelmiş olan El-Kaide'nin varlığıdır. Dinler sert doktrinlere dayalı , şeriaat kuralları içinde sosyal hayatı biçimlendirdikleri için mezhep ve tarikatlar din - tarım toplumlarında doğal bir sürecin unsurları olarak meydana çıkmışlardır. Ancak daha liberal ve daha demokratik bir ülkede ise bu dinci yapılanmanın anayasaya müdahale edebilecek kadar sinsi ve rejim karşıtı bir hareket olarak da ortaya çıktığı görülmüş ; bu uğurda dinsel tabanlı cinayetler işlenmiş , siyasi partiler bile kurulmuştur. Soğuk savaş yıllarından bu yana neo-liberal küreselleşmeyi ekonomik gelişim politikası olarak uygulayan emperyalist ülkeler az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeler sıfatıyla hitap ettikleri ülkelerdeki hammadde sömürüsü ve yeni pazar arayışı politikaları nedeniyle dinciliği ve etnik milliyetçiliği mevcut iktidara sürekli pompalamış , kırılgan ekonomileri Imf ve Dünya Bankasına muhtaç kılmıştır . Fakat kendi eliyle beslediği dincilerden bazıları emperyalist arap milliyetçiliğine kayınca içinden doğduğu sosyo-ekonomik kültürün dinamiklerini iyi kavramış olan şeriaatçılar terörü bir tehdit unsuru olarak emperyalizme yön vermek amacıyla kullanmaktan çekinmemişlerdir . Dini siyasallaştıran bir zihniyetin uluslararasında ve ulusal sınırlar içerisinde demokratik , insan hak ve özgürlüklerine saygılı yurttaşları korku çağına ittiği açıkca ortadadır ve bundan da bolca arap - amerikan emperyalizmi sorumludur.