çocukluk anıları

entry218 galeri
    50.
  1. işportadan güneş gözlüğü almıştık. gözlerimizin kıymetini bilmememizden çok, çocukluk hevesiyle ilgili olaraktan. on-on bir yaşlarındaydım. izmir’in uzak bir ilçesindeydik. babamın teyzesinin evinde. herkes hayattaydı o zamanlar. dahası olacaktı, son jenerasyon doğmayı bekliyordu. toprak sadece yağmurla anımsanan bir şey ve kahverengi ile siyahın uyumlu olduğu tek yerdi. başka da bir anlama gelmiyordu. sevmemek için bir gerekçem yoktu. o gece deprem oldu. insanların sokağa çıkma ihtiyacı hissedeceği şiddette bir deprem. bir daha olacakmış laflarına inanabileceğim bir yaştaydım. (o alışkanlık oldu sonra, yıllar sonra da inandım bu laflara, karın ağrılarından sokağa çıkamayacağım kadar çok inandığım dahi oldu.) artçı kavramından uzak bir inanıştı bu. bilimsel gerçeğe dayanan ama inanış kısmı bunu pek de kapsamayan boş beleş söylemlerle bezeli bir durum dahası beter bir korku. biz de çıktık evden. güneş gözlüklerimiz sehpanın üzerinde duruyordu. yanıma almak için uzanmış ama kuzenim tarafından durdurulmuştum. “saçmalama, gece gece gülerler” demişti. ev yıkılırsa orada kalsın istemiyordum, ne vardı bunda saçma olan? hele ki ben oyuncak bebeğine üzülen, oyuncak bebeğinin yalnızlığına üzülen ben. laf mıydı bu bana söylenecek. yine de “gülmesinler o zaman, insanları kendimize güldürmememiz lazım, evet evet olmaz” deyip bıraktım. çıktık apartmandan, aklımda kalanlarla çıktım. aşağıdaki parka gittik. dört yanı betonla çevrili bir yerde değiliz diye ölmeyiz sanıyorduk. sadece geometrisi değişikti yine dört yanımız betondu oysa. ama bunu düşünebilecek dinginlikte değildik. uzaklara bakmamamız gereken bir yaştaydık. uzakları es geçen yaşta. mısır aldık bir amcadan. iki küçük çocuğa söylenmeyecek laflar etti. “o neydi ya, nasıl salladı. bu araba var ya ta şuradaki çöp kutusuna kadar gitti de geri geldi. ben böyle şey görmedim. bir daha olacakmış. eve girmemek lazım bu gece.” mısır yiyecektik amca biz ya. hayatı normalleştirecektik, eşiyle ettiği büyük kavgadan sonra ağlayan kadının bir ara durup esnemesi gibi. bir nefes alıp geçecektik. gözlüğüm vardı hem benim o evde, sen gitmeyin eve dediğinde ben pişmanlıktan ölüyordum. hemen uzaklaştık amcadan, moralimizi yok etmişti. üstelik çok da rahattı. sanki kendisi bu evrene ait değildi ve kötü şeylerin olması onu hiç etkilemeyecekti. yıkılan evlerin arasında dahi mısır satabilecekmiş gibi bir hali vardı. ne kadar çok dışarıda kalırsak o kadar karmış gibi üç dört saat sokaktaydık. kota doldurur gibi bir halimiz vardı. zamanı ayarlamıştık da o saatten sonra bize bir şey olmaz gibiydi. zaman doldu ve döndük eve. gözlüklerimiz sehpada, bir daha deprem olacakmış bilmişliği beyinlerimizde yattık uyuduk sabaha kadar. sabah hiçbir şey yıkılmamıştı. balkonlar yerli yerindeyken hazır, kahvaltı yaptık onlardan birinde, parka bakan ve bir sürü ağaç göreninde. fotoğraf çekildik sonra. bir pozu aklımda. gözümde güneş gözlüğüm, üzerimde yakalarında iki ince siyah çizgisi olan sarı tişortum ve babama sarılan kollarım. gülüyordum salak gibi. poz denen şeyi öyle öğretmişlerdi. inanmıştım. kocaman gülmek gerekiyordu. içimden de geliyordu hani. gözlüğüm güzel görünüyor olmalıydı. gülmem doğru bir şeydi. herkes hayattaydı, gülmenin neresi kötü olabilirdi. müzikler de hep eğlenceliydi o zamanlar. aklımıza hiç ağlamak gelmiyordu dinlediğimizde. (bir tanesi var, o başka) ya biz çok sığdık ya da bütün çocuklar. ağlayacak daha başka mevzularımız vardı belki de. daha gerçek, daha dişe dokunur. (üç beş yıl öncesinde ankara’nın o köyünde, anneye nisan ayı gelmiş ve bugün çocuk bayramı neden dondurma yiyemiyoruz ağlarım ben de o zaman deyip kafa tutmak gibi.) kahvaltı bitti. sonrasını pek hatırlamıyorum ama biraz zaman geçtikten sonra gözlüğümün tek sapı kırıldı. çok üzülmedim, galiba önümüz kış diye üzülmedim. (o zamanlar güneşi yaza özgü bilirdim. kışın güneş gözlüğü takılır mıydı, gülerlerdi adama, geceleri güldükleri gibi.) üç ayda unuturum nasıl’sa diye üzülmedim. unutacağın bir şeye üzülmeyi anlamlı bulmuyordum o yıllarda. yanılmamıştım, sonraki yaz aklıma bile gelmedi. şimdi o günleri hatırlıyor ya da anlatıyor olmamı bir şeylerle bağdaştıracak değilim. ama bir parça o yılların unutkanlığına ihtiyacım var. hadi boş vereyim unutmayı falan, gülen bir surat en azından gülüyor gibi yapabilen bir surat güzel olabilirdi. bu kadar uzak olmasaydı, bu kadar da özlemli. belki de poz verirdik güneşlere gözlüklerimizle.
    2 ...