küçük arabada, on dakikalık yolda, yaz günü, sessizce ilerliyordu iki kişi. onun ,arabayı yavaş kullanmasına yüzlerce anlam yükledi, çoğu iyimser. düşünmek istemiyordu oysa. yanlarından geçen arabaları mı saysa? yoksa çıkarıp telefonuyla meşkul gibi mi davransa bilemedi. sıradan şeylerden bahsedebilirdi pekala, bir azalıp bir çoğalan neşesiyle. ama gururu buna asla izin vermezdi. ah şu gururu. yıllar öncesini düşündü yine. belkide asıl suçlu kendisiydi. işte tehlikeli bölge burada başlıyordu. biraz daha düşünse kendini suçlayacaktı yine. yargılayacak ve onsuzluğu hakettiğine inandıracaktı kendini. tabi ortada bir suç ve suçlu varsa. insanın istediği şeye kavuşması her zaman mutluluk getirmiyor. ne kadar doğru ve eksiz anlatıyordu bu söz hayatını. hiç mutlu değilim diye düşündü. yan aynadan yüzüne baktı. beyazdı, az güneş görmüş bir çocuk kadar. yaşını göstermiyor ve göze hoş geliyordu o kadar. içinde kopan fırtınaları belli etmeyen sıradan bir surattı işte. insanların öve öve bitiremediği güzelliğinden bir kez daha nefret etti. kendisine değerli bir mücevher gibi davranan insanlardan da nefret ederdi. yanında ki de gene susuyordu. telefonu çaldı açmadı. buda iyiye işaretti. onu hiç tanımadığını düşündü. hakkında duyduğu bazı şeyler dışında. ayrı dünyası vardı, gerçekleri, kuralları... ayrı dünyaları somuttu. bu gerçekle daha ne kadar yaşayabileceğini kestirmeye çalıştı.
arabayı hala yavaş kullanıyordu. ah ne kadar güzel bir gündü. güneş tam tepede ama bu gün yakmıyordu. bir duasının daha kabul olduğunu düşündü.yanındaydı işte. konuşmasa da. ne kadar saçma şeyler düşündüğüne karar verdi milyonuncu kez. yanlarından geçen arabaları saymaya başladı. bir üç beş...
- ne kadar güzel bir gün değil mi?
arabada ikisinden başka kimse olmadığına göre kendisine yöneltilmiş bir soruydu bu. ya da gaipten bir ses duydu. ne dese bilemedi. kırılgan bir tonla
- ah evet diyebildi sadece. bütün kelimeler yetersiz kalıyordu. hangilerini seçip kullansa bilemedi. o kadar karıştırıyordu ki bu adam aklını. hemde hiç birşey yapmayarak. ah bilseler ne büyük bir başarıydı bu. arabaları saymaya başladı tekrar. kimdi bu adam? hiç kimse. herhangi bir yakınlıkları yoktu. ufuk çizgisine benzetirdi onu hep. görürdü ama bir türlü ulaşamazdı. ulaşmak için çaba da sarf etmezdi. omuzlarında ağırlığını hala hissettiği gerçekler vardı. ve gelmeyene gitmemek gibi kendisine doğuştan ceza olarak verilmiş garip bir huyu. ne zaman yenmeye çalışsa gururu engel olurdu.
- insan istediğine kavuşunca mutlu olacağını sanıyor.
işte bir cümle daha. bu kez kurmadı düşünmedi kendi oldu. aklına ilk geleni söyledi. gülerek başını kaldırdı.
- bunu benim yanımda demeyecektin dedi.
önüne bakıyordu suçlu gözlerle. psikolojik tezlere konu olabilecek duygu fırtınaları içinde olabildiğince sakin ve narin. yanında oturan adama bakamadı. gözlerini alamayacaktı çünkü. yıllar geçiyor ve bir bu değişmiyordu. hayat gerçekten tuhaftı.
içinde uyuttuğu, bazen de unuttuğu sancı uyanmıştı işte. ve bu sancıya alışıp günlük yaşantısına dönmek hayli zamanını alacaktı yine. ve sancıyı yatıştırmak için kim bilir ne saçmalıklar yapacaktı uzun süre.
- neden diye ikinci kez sordu adam.
düşüncelerden sıyrılıp
- buna verilebilecek kısa bir cevabım yok diyebildi.
adam radyoyu açacak oldu. kız istemedi. başı gürültü kaldıracak durumda değildi. şimdi bir şarkı çalar ne zaman duysam aklıma gelirsin diyecek hali yoktu ya? arabadan inerken bu günü hafızasından silmek için kendisine bol keseden iki ay verdi. herkese gösterdiği kibarlığı ve içtenliği hatta kuru bir teşekkürü bile ondan esirgedi. ne bir hoşçakal vardı ne de bir görüşürüz. ne hoş kalacaktı ne de bir daha görüşeceklerdi. bugün allah'ın hazinesinde küçücük bir hediyeydi kendisine belkide. bu lütfü hak edecek ne iyilik yaptığını bilemedi. ağır adımlarla evine girdi. işte hep böyle oluyordu. onu uzaktan görmek bile alt üst olmasına yetiyorken. on dakikalık yolu on beş dakikada gelmişlerdi hemde yalnız. üzerini değiştirdi. kendini neyle oyalasa bilemedi.