ibrahim kaypakkaya

entry527 galeri video5
    236.
  1. bir güzel insandır. dersim insanı sevdiği insanı evliya mertebesine yükseltir, sevmediğini yerin dibine batırır. küçükken devrimci önderlerle ilgili duyduklarımızı birbirimize anlatırdık köyde. yarı gerçek-yarı efsane mistik hikayelerdi. zaten her yaşlının ya deniz gezmiş ya da ibrahim kaypakkaya öyküsü vardı mutlaka.

    yaşlı bir dersimliden bir deniz ve ibrahim öyküsü dinleyelim şimdi...

    --spoiler--
    mevsim bahardı, güneş ışınlarının verdiği ısı ile karlar hızla eriyor, derelerde gürül gürül bulanık sular akıyordu. topraktan otlar, çiçekler fışkırıyordu. kırlarda çiçek açmış, nergizler doyumsuz güzel kokuyordu. benim sırtımda okul çantam, içinde o günlerde illegal olarak dağıttığım "işçi köylü gazetesi" ve bildirileri, hüseyin amcanın ise ayağında çarık, putik (kuyluca) köyü karşısındaki keçi yolundan çamurlara bata çıka köylerimize doğru yürüyorduk. hüseyin amca gırmıke değirmeninde değirmenciydi. harmanlar bitince köylüler tahıllarını değirmene taşırdı. sırası gelen kişiler o gece değirmene konuk olur, tahıllarını öğütürlerdi. hüseyin amcanın un tozuna batmış elbiseleri, bıyık ve kaşları ile bembeyaz bir nikolaus‘a benziyordu. ben ona işçi ve köylülerin mücadelesi hakkında nutuk atarken, o lafı ağzıma tıktı. ve başladı kendisi konuşmaya, susturmak mümkün değil:

    “bak sana ne diyorum? dinle beni! sus yaho, dinle dinle beni dinle! biliyorum sen de o gruptansın (thko). sana anlattıklarımı sakın ola ki kimseye anlatma. ikimiz arasında kalsın. sen de bilirsin ki metin’in (güngörmüş) babasının komşuları bizim de komşularımızdır. metin, deniz gezdiran’ın (gezmiş) yakın, hemi de çok yakın arkadaşlarındandır..." konuşurken zaman zaman bana dönerek yüzüme bakıyor, tepkimi kontrol ediyordu. "o, deniz gezdiran’in yakalanmaması için, kendi köyüne göndermişti. kurt ile kuzunun ayırt edilmediği karanlık bir geceydi. dere kenarındaki mahalleden cılız bir köpek sesi geliyordu. amcası gil ile köylerimiz bir, mahallelerimiz ayrıdır. ben deniz gezdiranın kırım mahallesinde saklandığını biliyordum. bir değirmenci olarak kulaklarım deliktir. kimin nerde ne dediğini? duyuyordum. kalan’dan (tunceli şehir merkezi) haber almıştım. eskerler bu gece kırım mahallasini basacaklar. deniz gezdiran’ı kurtarmam lazım, ama nasıl? dedim ya, gece karanlıktı. burnumun ucunu bile zor görüyordum. elime uzun bir sopa aldım. gece karanlığında âmâlar gibi sopa sallaya sallaya dereyi geçtim. köpekler havlıyor, derelerde kurbağalar "gwrakk gwrakk” vaklıyor, kurkurikler ötüyordu. düşe kalka mahaleye vardım. metin’in amcasının kapısını çaldım. hemedi: "kim o? " dedi.

    "benim ben hüseyin. aç kapıyı!" hemedi sesimden beni tanıdı. evin kapısının sürtmesini çeker çekmez, deniz, elinde tomson renk renk, sıra sıra dizili gararların arkasına zula oldu. "hemedi, benim kulaklarım deliktir. duydum ki deniz gezdiran sizin evdeymiş. bu gece eskerler köyü basacaklar. haberiniz olsun. sonra, wuso bana demedi demiyesin ha..! " dedim. lafımı bitirince, bir baktım deniz gezdiran ğararların arkasından çıktı, kapıda karşıma dikildi. o ne boy, o ne postu babam. sırım gibi delikanlıydı. yüzünde nur vardı nur. deniz’in elinde mavzeri, tomson’a benzer bir şeydi. olayı deniz’e de anlattım. allah için söylüyorum hiç korkmadı, hiç renk vermedi. deniz gezdiran o karakaşlarını, ela gözlerini gözlerime dikti. "gelecekleri varsa görecekleri de var! " dedi.

    bunu söylerken birden, kapıdan fişek gibi dışarı fırladı. o karanlıkta bir baktım qurawaş dediğimiz ağacın altındadır. ben hayranlıkla onu süzerken elinde tomson bir sıçrayışta hop, kuş gibi ağaça dizili otların üstünde oturuverdi. qurawas en azında 20 metre yükseklikteydi. allah seni inandırsın ben korktum. işte bizi bu yoksulluktan, köylülükten, marabalıktan, fukaralıktan kurtarsa kurtarsa bu deniz gezdiran kurtarır, dedim.

    zaman gece yarısıydı. ne gelen, ne de gidan vardı. o karanlıkta çalı çırpıya tutuna tutuna evime gittim. o gece tevat etmedim. başımı yastığa koymadım. şafak ha söktü, ha sökecek. dışarı çıktığımda tepelerden gelen hafif bir esinti ile üşüdüğümü his ettim.,, hüseyin amca biraz durdu. sırtını rüzgâra çevirerek, avucunda bir sigara yaktı. dumanının yarısını rüzgâra savurdu yarısını içine çekti. sonra anlatmayı sürdürdü. ,, şafak söker sökmez, adımlarımı hızlandırarak doğruca qurawaşın altına geldim. deniz, elinde tomson, jendermelerin giydiği o yünlü parkasını başına çekmiş, siperde bekler gibi duruyordu. uyanık mıydı uyuyor muydu? bilmiyorum. ben deniz gezdiran’a seslendim. "deniz, bir şey yok. eskerlerden ne gelen var, ne de giden in aşağı" dedim.

    baktım, iki ağac arasına yığılı otların üstünde dal gibi ayağa kalktı. elinde tomson sırtı bana dönüktü. ne yapıyor yahu bu adam? dedim. ters takla attı ,pat bir baktım yanımdadır. duymuştum, deniz’in felistin’de eğitim gördüğünü. düştüm deniz’in önüne, bizim eve yürüdük. o akşam bizde yedik içtik. bir kadeh rakı bardağıma doldurdum. deniz gezdiran‘a sordum?

    "sana da bir kadeh rakı doldurayim mi? içer misin? " dedim.

    "cık" etti, deniz. "biz devrimciyiz" dedi.

    camdan baktım verozlardan ayın gölgesi kalkıyordu. deniz bizim evden ayrılırken, derelerde suların aktığı, yaban vahşi hayvanların yaşadığı vartinik’e ibrahim kaypakkaya’nın yanına gidiyorum dedi. yalvardım yakardım etme eyleme kurban olurum sana kurtlar, ayılar var. seni dilim dilim, parça parça, lime lime ederler. ne dedimse beni dinlemedi. kör karanlık gecede düştü yola, gidiş o gidiş. bir daha deniz gezdiran’i o mühitte görmedim. meğer, vartinik’te çok kalmış. ibrahim kaypakkaya yakalanmadan, ali haydar yıldız vurulmadan bir kaç gün önce vartinik’ten ayrılmış. ben bunları sana anlattım. sakın ola ki sen kimseye anlatma. yoksa devlet evime incir ağacını diker."
    --spoiler--
    0 ...