sgk batıyor ülkeyi de batırıyor

entry10 galeri
    7.
  1. yazılarını takip ettiğim, sözlüğün okunmaya değer ender yazarlarından arbutus unedo'nun yazısı üzerine, tam olarak cevap mahiyetinde olmasa da bir yazı yazayım dedim.

    türkiye ürettiğinden fazla tüketen bir ülkedir evet. ama "vergilendirilebilir kaynak yok" meselesine gelince, vergi gelirin yeniden dağıtımından ibarettir. dolayısıyla var olandan daha fazla bir kaynağa zaten gereksinim duyulmaz, duyulmamalı. "vergiler yetmeyince devlet iç borçlanmaya gidiyor" doğru bir tespit sayılamaz. doğrusu borç almak vergi toplamaktan daha kolay olduğu için devlet iç borçlanmaya gidiyor. çünkü insanların paralarını bir faiz karşılığında istediğinde kendi elleriyle getirip veriyorlar ama vergi koyduğunda gelirlerini saklamak için ellerinden geleni yapıyorlar. elbette bu uzun bir süre sonra, bazı aptallıklarla soruna dönüştürülebilir ve bu olduğunda bazı aptal yöneticiler işbaşındaysa, sorun çözülemeyerek krizler ortaya çıkartılabilir. bunun en bariz örneği avrupa'da görülüyor. devletler, zorunlu olarak yapmaları gereken sosyal harcamalarını vergi toplayarak değil de borçlanmayla gerçekleştirdiler. çünkü bu çok daha kolaydı. yani aslında düşünülürse, zenginlerin zaten harcayamayacak kadar veya harcamak mantıksız olacak kadar, harcadıklarında refah seviyelerinde hissedilir bir değişiklik yapmayacak kadar çok parası var, öyle ki bunu çok düşük faizlerle devlete vermeye de razılar. devletse saçma sapan bir şekilde bu paradan vergi almak yerine borçlanmayı tercih ediyor. ne var ki avrupa da tek bir para birimi ve para basan tek bir kurum (ecb) olmasına rağmen, farklı maliye politikalarına sahip devletler var. bu durumda aynı para biriminin farklı ülkelerde farklı faiz oranları ortaya çıkıyor. şimdi sorun, ab çatısı altındaki bazı ülkelerin daha yüksek faizle daha fazla borçlanarak yıllarca tasarruf-yatırım dengesizliğiyle büyümeleri, en sonunda da yabancı tasarruf sahiplerinin bu ülkelerin artan borçluluk oranlarıyla risk primlerinin artmasını sebep göstererek yatırımlarını geri çekmek istemeleri olayı temelinde. oysa ab'de bu tek para çok maliye politikası olayı olmasaydı bugün yaşanılan sorunlar yaşanmayacaktı. dolayısıyla ab'yi bu duruma düşüren de sosyal harcamalar ve iç borç değil, ülkeler arasında tek para birimi gibi siyasi ideallerle yaratılan suni dengesizlik. Bu tek para birimi ideali yüzünden ab ülkeleri, paraları üzerindeki kontrol güçlerinden vazgeçtiler ve şimdi arzında ve faizinde belirleyiciliklerinin olmadığı bu para birimi üzerinden yaptıkları borçlar dış borç niteliğindeler.

    maliye ve para politikalarında bağımsız bir ulus-devlet için iç borçlanmanın yaratacağı sorunlardan en önemlisi "dışlama etkisi" denilen, özel yatırımlar için fon bulunmakta güçlük çekilmesi ve faizlerin yükselmesi olgusu olabilir. ama kendi parasını basan, kendi merkez bankasına sahip ve akıllı yöneticileri işbaşında olan bir devlet için bu bir sorun olamaz çünkü faiz seviyesini, para miktarını ve dolayısıyla ödünç verilebilecek fon arzını merkez bankası belirler. yani devlet borç alıp harcama yapsın ama özel yatırımlar da dışlanmasın, deniliyorsa, bir miktar enflasyon göze alınarak bu yapılabilir. aslında burada detaya girmeye gerek yok ama, ülkede yatırımların faiz oranlarına duyarlılığı ile faiz oranlarının milli gelir artışının altında kalması(borç faiz oranı milli gelir artışının üzerinde kalmasıyla devletin borçlanması gelir dağılımını bozar) gibi koşullar gözetilerek yapılabilir bu yüksek-düşük enflasyon tercihi. sermaye akımları serbestse zaten en önce gözetilmesi gereken yabancı sermaye akımlarıdır. bu durumda faiz oranları dışarıdan yüksek tutulmamalıdır ki sermaye akımı cari dengesizliğe neden olmasın. şimdi buraya kadar iç borçlanmanın faziletlerini anlatıyor gibi oldum ama sonuçta şunun anlaşılması gerekiyor; iç borç kendi para birimine sahip bağımsız ulus-devletler için ne batırıcı, ne ödeme güçlüğüne düşürücü olabilir. böyle bir devlet yeri geldiğinde karşılıksız para basarak ve vergi koyarak da borçlarını ödeyebilir. Zaten mevcut, paranın borç karşılığı yaratıldığı sistemde bu günün birinde mutlaka yapılmak zorunda kalınacaktır. (bkz: faiz enflasyon ilişkisi/#16163315) yazısı okunursa parasal sistemin işleyişi, neden mevcut sistemde borçların artmak zorunda olduğu ve bu sistemin yol açtığı sorunlar anlaşılabilir. Yani elbette ideal olan bambaşkadır. Ama mevcut sistem içinde konuşuyorsak, özel sektörün dış borç artışından korkmayan, bunun zararları hakkında ağzından tek söz çıkmamış birilerinin(bu başlıkta yazanları tenzih ediyorum) sgk açıklarının tehlikesinden bahsetmesi kadar absürd bir şey olamaz. Burada amaç bellidir; sgk açıklarıyla korkutup sosyal haklarda geriye gidişin yolunu açmak, bunun için kamuoyu hazırlamak. Oysa dışarıdan borçlanmanın yanında, yabancı para cinsinden borçlanmanın yanında sgk açıkları, bütçe açıkları, iç borç... vs. ileride ülkenin başında işten anlayan insanlar olduğu sürece hiçbir şeydir. asıl Endişe verici olan şey, gerçekten ülke ekonomisini düşünen iyi niyetli insanların devletin batabileceği yalanıyla tufaya düşürülebilmeleridir. iç borç, yöneticeleri istemedikten sonra hiçbir devleti batırmaz. Hatta iç borçlanma hele aldığı borcu harcadığı alana göre, milli gelirde ve dolayısıyla toplanan vergi miktarında kendisinden daha büyük bir artış da ortaya çıkarabilir. Örneğin dışsallığın yüksek olduğu eğitimi ve özellikle her kademedeki teknik eğitimi destekledikten sonra devlet istediği kadar tl borçlansın... ama yine de devlet yatırımlarının ve sosyal harcamaların vergilerle finanse edilmesinin zorluğuna rağmen daha iyi olduğunu düşünürüm.

    asıl korkulması gereken ise dış borçtur. şu anda zor durumda olan avrupa ülkelerini bu hale sokan da iç borç görünümlü dış borçtur. .

    devletin vergi ve prim toplamada ve harcamalarda yaptığı adaletsizliğin giderilmesi illa sgk açığının kapatılmasını gerektirmez. sgk, prime dayalı sistemde, mevcut kapitalist ekonomide doğal olarak var olan ve gelişen teknolojiyle zaman ilerledikçe zorunlu olarak artan işsizlik gibi sorunları gidermek ve sosyal refahı arttırmak için açık vermek durumundadır. sgk'nın açık vermesi otomatik olarak devlet bütçesinin de açık vermesi anlamına gelmez. devletin iç borçlanmayı arttırması da batılacağı veya zor duruma düşüleceği anlamına gelemez. kötü olan dış borçlanmadır. bunun nedeni de esasında ithalat çıpasıyla enflasyonu düşürme politikasıdır. bu dışarıya göre yüksek faiz verilerek gerçekleştirilir. cari açığın esas nedeni de budur.

    bir itirazım da sosyal harcamaların tüketimi ve dolayısıyla cari açığı arttırdığına dair olan yaygın kanıya olacak. Eğer devlet zenginden alıp yoksula vererek gelir dağılımını iyileştirmezse, zengin parasının turşusunu kuramayacağına göre bunu yoksula ihtiyaçları için borç olarak vermeyecek midir? Eğer devlet vatandaşlarına ev sağlamazsa, onlar da bunu kredi alarak temin etmek yoluna gitmeyecekler midir? Şimdi öyleyse üç durumla karşı karşıyayız: 1-ya devletler yüksek gelirlilerden vergi almaz ve sosyal harcama yapmazlar. Bunun gerekçesi de "tüketim artmasın, cari açık azmasın vs." olur. insanların ihtiyaçlarını karşılayacak gelirden yoksun bırakılarak tüketmemelerinin sağlanması da çok ahlakidir. Ama buna rağmen a) zenginler devletin vergi olarak almadığı parayı yine tüketime, büyük ihtimalle lüks ve ithal tüketime harcarlar. b)ya da bankaya yatırırlar ve banka da bu parayı yoksullara ihtiyaçları için faizli borç olarak verir ve sonunda yine tüketim gerçekleşir. Bu borçlar yoksulların gelirinden daha hızlı artacağından(ki faiz enflasyon ilişkisi yazısını okursanız neden böyle olacağını anlarsınız) sonunda ödenemeyeceklerdir ve kredi krizlerine yol açacaklardır. (yine yazıda anlattığım gibi mevcut parasal sistem içinde tüketimin devam etmesi ve dolayısıyla ekonominin küçülmemesi için borçlulukta artış kaçınılmazdır. bu da ya banka kredilerindeki artış ile olur ya da devlet borçlarındaki) 2)Ya da devlet yüksek gelir grubundan borçlanıp sosyal harcamalara gider. Akil ve iyi niyetli yöneticilere sahip olduğu sürece devletler yukarıda açıklandığı gibi iç borçtan batmazlar. Üstelik devletin ödeyeceği faiz, risk priminden dolayı her zaman şahısların kredi faizinden de düşük olacaktır. 3)ya da devlet sosyal harcamaları topladığı vergilerle yapar tabi o da yapabildiği kadar... Tüketim artışını sorun hale getiren onun kendisi değil, bunun borçluluktaki artışla gerçekleştirilmesi ve sonuçta borç krizlerine yol açmasıdır. dikkat edilirse, tüketici kredilerindem kaynaklı bir krizle karşılaşan, ab değil abd'dir ve abd'nin değme sosyal devletlere taş çıkartsa bile yine de bir refah devleti sayılamayacağı aşikardır. şu anda ab'nin sorununun nedeni ise ne sosyal harcamalarının fazlalığı, ne çalışma saatlerinin düşüklüğü, ne yan gelip yatmaları, ne erken emeklilikleri... bütün olarak ab'ye bakılırsa ciddi bir cari açık vermediği görülür. yani ürettikleri kadar tüketiyorlar ki bu da devletlerin sosyal harcamalarının fazlalığının cari açığın nedeni olduğu tezini çürütür, özellikle ab ile yüksek cari açık veren abd arasında bir karşılaştırma yapılırsa. yukarıda da denildiği gibi ab'yi bu duruma düşüren ülkeler arasında tek para birimi gibi siyasi ideallerle yaratılan suni dengesizlik. ab'den çok bahsettim çünkü sosyal harcama ve bütçe açığı denilince akla gelen yer ab. muhtemelen sgk açığı bizi batıracak denilince de insanların aklına şu anda krizde olan ülkeler geliyordur. hatta avrupa'da çalışma saatlerinin düşüklüğünün krizin nedeni olduğunu zanneden garibanlara bile rastladım... neyse daha uzatmadan şuna havale edip: (bkz: sgk batıyor ülkeyi de batırıyor/#15478299) kaçıyorum.
    0 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük