mu kıtası

entry51 galeri video1
    6.
  1. "Mu Kıtası varsayımının bilimdeki kabul derecesi
    ilk kez J. Churchward tarafından ortaya atılan, geçmişte üzerinde ileri bir uygarlığın bulunduğu, Pasifik Okyanusu’nda bir kıtanın varlığı konusundaki görüş, çeşitli belge ve bulgular mevcut olmakla birlikte, henüz arkeologlar arasında yaygınlık kazanmamış bir görüş veya bir varsayım olmaktan öteye gidememiştir. Türklerin Mu Kıta sından geldiği söylentileri de varsayım olarak eklenmiştir

    Churchward'un iddiası
    Churchward'un iddia ettiğine göre Mu uygarlığını araştırmasına başlaması, Batı Tibet'teki, adını vermediği gizli bir tapınağın arşivlerinde bulunan, çok eski bir dilde yazılmış olan Naacal Tabletleri'ni okumasıyla başlamıştır. Söylediğine göre, bu tabletleri okuyabilme becerisini de yine o tapınakta bulunan bir

    Tibet rahibinden öğrenmiştir. Churchward sonraki yıllarda, Amerikalı jeolog William Niven'in
    Meksika'da ortaya çıkardığı tabletler üzerinde çalışmıştır. Churchward’a göre, günümüzde
    Mexico Müzesi’nde bulunan, 1921–1923 yılları arasındaki kazılarda keşfedilen bu 2600 tablet, Tibet’te öğrendiği
    Naga-maya dilinde yazılmıştı. Churchward’a göre bu tabletler 15.000 yıl önce yazılmıştı.

    Varsayımı savunanların görüşleri
    Yaklaşık 50 yıl boyunca 20’den fazla ülkeye giderek Mu uygarlığı hakkında veri toplayan James Churchward’un ve Mu varsayımını destekleyenlerin Mu uygarlığı hakkındaki görüşleri kısaca şöyle özetlenebilir:

    Yeryüzünde insanın ilk ortaya çıktığı kıta Mu kıtasıdır.
    Mu kıtası kuzeyden güneye 3000 mil, doğudan batıya 5000 mil kadar uzanan,üç kara parçasından oluşan büyük bir kıtaydı.
    Günümüzde Polinezya, Mikronezya ve Melanezya takımadalarını oluşturan adalar, muhtemelen bu kıtadan arta kalan kara parçalarıdır.
    Bu kıta, kıtanın altında yer alan gaz odacıklarının patlamalara yol açması nedeniyle, yaklaşık 12.000 yıl önce 64 milyon nüfusuyla birlikte sulara gömülmüştür.
    Bu kıtada 70.000 yıl önce tek tanrılı bir din bulunuyordu. Aynı tarihlerde Mu'lular diğer kıtalarda koloniler oluşturmaya başlamışlardı ki, anavatan dışındaki en büyük imparatorluk, başkenti günümüzde
    Gobi Çölü’nün uzandığı bölgede bulunan Uygur imparatorluğu’ydu.
    Mu dininin öğretimini Naakaller adı verilen rahipler üstlenmişlerdi ve sembolizme dayalı bir öğretimleri vardı.
    Mu dininin esası, Tanrı’nın tek oluşuna ve ruhsal gelişim için sürekli olarak tekrar doğmak inanışına dayanıyordu.

    Atlantis’teki din Mu’nun tek tanrılı dininden başka bir şey değildir.
    "Ra" sözcüğü güneş anlamına gelirdi ki, daire ile ifade edilen güneş sembolü, bir ad ve sıfat vermek istemedikleri, "O" diye hitap ettikleri Tek Tanrı'yı simgelemede kullanılırdı; Mu imparatoru da “Mu’nun güneşi” anlamında Ra-Mu adıyla ifade edilirdi.
    Ra sözcüğü sonradan diğer kıtalara ve Atlantis yoluyla Mısır'a da taşınmıştır.
    Dört ırktan oluşan Mu'lularda yazı dilleri farklı olmakla birlikte, konuşma dilleri ortaktı.
    Mu'lular günümüz uygarlığına kıyasla manevi alanlarda çok daha ileriydiler.
    Telepati, durugörü, çift bedenlenme, astral seyahat gibi, uygarlığımızda ancak kimi medyumlarda ve mistiklerde görülebilen olağanüstü yetenekler Mu'lularda olağan yetenekler olarak mevcuttu. (Bu, Churchward’un değil, bazı izleyicilerinin görüşüdür)
    Mu uygarlığının en önemli çöküş nedeni, teşevvüş adı verilen, bir aşamadan diğerine geçilirken yaşanan kargaşa dönemini atlatamamasıdır. (B.Ruhselman’a göre)

    Genelde bu iddiaların herhangi birini destekleyecek arkeolojik veya antropolojik bulgu bulunmamaktadır. Mu dinine, kolonilerine (örneğin Uygur imparatorluğu kolonisi fikri) ve Mu kıtasının nasıl battığına ilişkin iddialar Mu varsayımını savunanlar arasında da genel geçer kabul görmemiştir ve farklı düşünceler mevcuttur. "
    4 ...