kimileri çıkıp da diyebilir ki "sanatta siyaset olmaz! siyasetin girdiği sanat mecrasından şaşar."
buna mukabil, bertolt brecht'in de şöyle bir savı vardır;
" toplumsal barış, insandan yana olan tüm çabaların, tüm üretimin, yaşama sanatı da dahil olmak üzere tüm sanatların temelidir. bunun için savaşanlar kaybedebilir ancak, savaşmayanlar çoktan kaybetmiştir."
sınıf farklılıklarının yaşam standartlarını yükseltip-alçalttığı bir toplumda, toplumsal barıştan söz edilebilir mi? eşitlikten, sosyal adaletten söz edilebilir mi? sosyal adaletin sağlanamadığı bir toplumda, ahlaktan söz edilebilir mi?
boşuna mı demiştir bertolt brecht;
" önce ekmek, sonra ahlak "
diye. aç insan ne yapmaz? hele ki sistem, insanları olabildiğince tüketmeye zorluyorken.
ve bilge insandan son bir alıntı;
" hiçbir şey bilmeyen cahildir ama bilip de susan ahlaksızdır. "
işte! o biri, bizim öykü kahramanımız ibrahim kızıltaş'dır. tokat yeme pahasına okul müdürüne diklenip;
" en basiti; eğer elazığ'da olmasa bu eşitsizlik, ya da tunceli'de olmasa, malatya'da, elbistan'da, gürün'de olmasa ve herkes emeğinin karşılığını alsa misal... babam ve babam gibi adamlar, bu kadar az çalışıp da bu kadar kazanmasalar, eşitlik olsa ve bu, bütün memlekete yayılsa misal... işte o zaman ne elazığ'da ne de başka bir köşesinde memleketimizin, ne bunca dert olur ne de sınıf çatışması..."
diyen, babası ilyas kızıltaş'ın kederinden öldüğü, ardından " anarşik olmış, moskof olmış " denilen ibrahim kızıltaş.
içli ve hazin bir öyküdür onunki. bizlerinki de öyle değil miydi sanki. kimimiz darağaçlarında verirken son nefesimizi, kimimiz olmadık işkencelerle inlemedik mi karakollarda, halimiz-vaktimiz yerinde, tuzumuz da kuruyken üstelik? sınıflarımızda, çocuk gözlerimizin önünde ve al kanlar içerisinde sürüklenerek götürülmedi mi; alınlarından öpülesi öğretmenlerimiz. kendileri bir yöne, eşleri aksi yöne sürülmedi mi? dağıtılmadı mı aileleri?
- pekiyi! ne içindi bütün bunlar? ibrahim'in dedikleri içindi elbet!
öykülerde, buram-buram siyaset kokan sloganvari tavırları ben de sevmiyorum. o vakit, siyasete alet etmiş oluyorsunuz sanatınızı ve hoş olmuyor bu durum. hatta, korkutuyor ve irite ediyorsunuz okuyucuyu. ancak, böylesine saf ve temiz duygularla, sistemin çarpıklıkları dile getiriliyor ve bir karşı duruş sergileniyorsa, insanca olanın, insana yakışanın ne olduğu tariflenmeye çalışılıyorsa, kayıtsız kalmanız mümkün olamıyor. toplumsal gerçekler yüzünüze bir tokat gibi indiğinde acıyor teniniz. nedenini ve niçinini de biliyorsanız eğer; işte! o vakit, birkaç satır da ben yazayım karınca-kararınca, bilgimin yettiğince deyiveriyorsunuz.
van golu cannavaro çok kısa bir öyküyle ve olayların geçtiği bölgenin şivesini de kullanarak zenginleştirmeye çalıştığı yalın bir dille, yaşamdan bir kesit almış bizler için. olayın geçtiği yöre insanının yaşama bakışı, değer yargıları ve genel özellikleri hakkında aydınlatıcı bilgiler vermiş. bu bağlamda biraz fakir baykurt tadı aldım ben.
kalemin, istenirse kılıç gibi kullanılabileceği bir konuyu işlemesine rağmen o, yumuşak uçlu bir kalem kullanmakla yetinmiş ve çok da iyi etmiş.