Evin orda burda gezip, eve geç gelen, futbol topunun peşinde saatlerce koşturup evde bir lokma yemeyen haylaz oğlanıydı o hep. Abisi okula başladıkları günden beri düzenli ders çalışan başarılı bir çocuktu. Nitekim hayat ona bu çalışkanlığının meyvesini verdi, özel üniversitenin tam bursunu kazanmıştı kasap Süleyman'ın oğlu Yağız. Boğaz darlığına, geçim sıkıntısına bakmadan gönderdi oğlunu Süleyman Bey, eğitim mevzu bahis olduğu yerde gözünü karartırdı hep, lakin okumamıştı bu küçüğü nedense, Allah'ın takdiri buydu kimbilir...onu da karısının kardeşinin bir tanığıdı olan, Yaşar Bey'in ayakkabı dükkanına çırak olarak verdi. "al" dedi,"eti senin, kemiği benim", öğrensindi hayat nasıl kazanılıyormuş.
Murat arkadaşlarıyla gezdiği günleri arar olmuştu o ayakkabı dükkanında çalışalı beri. Abisini işte tam da bu zamanlarda içten içe kıskanmaya başlamıştı. Ders çalışmak işi, ayakkabı satmaktan daha ağır bir şey miydi acaba? Cevabını bilmiyordu ama nasıldı acaba gittiği üniversite. Kimbilir ne havalıydı içindeki yaşıtları?
"Gel" dedi Süleyman kardeşine birgün üniversitesnini bahar şenliklerine " gel de beraber gezelim , hem sen de okuduğum okulu görmüş olursun."
Heyecanlandı Murat, adı gibi kendi de büyük olan o üniversiteye gitmek he? Ne giyseydi acaba o gün, saçına jöle de sürse miydi? Önce izin almak lazımdı Yaşar Abi'sinden.
izin alacağı gün gözü parıl parıl parlayan deri ayakkabılara ilişti mağazada. Yeni gelmişlerdi. Yarın onlardan birini giyse ne olurdu sanki? Hem ayağındakilerden başka da yoktu. Önceden üstüne başına bir şey istese hemen anacığına yanaşırdı, ama bu deri ayakkabılar fazla tuzluydu. Gözünü dikti ama ne yapacağını bilemedi. Akşamı bekledi. Şeytan fısıldamıştı kulağına birşeyler birkez. Hergün içine yemeğini koyduğu çantaya atıverdi kimse görmeden. Kahverengi, jilet gibi bir çift deyim yerindeyse...
ilk defa yaptığı bu işe hırsızlık demek içinden gelmiyordu ama vicdanı onu rahat bırakmıyordu, bırakmayacaktı da...
Ertesi gün pür neşe, abi kardeş gittiler okula.Ayaklarında gıcır gıcır ayakkabısıyla. Yağız farketti hemen yeni ayakkabılarını ama ses etmedi. Burda öğrencilerin bile arabası vardı, hayret...duyuyordu ordan burdan ama gözüyle görmek daha bir şaşırtmıştı. Kızlar alımlı, binalar granit taşlardan, ağaçlar bile bakımlı ve sıra sıraydı ,sanki başka bir dünyanın havasını soluyordu. Kapının önündeki taksiciler bile havalı gelmişti Murat'a. Kimbilir gerçekten öyleydiler.
Stantların arasında bir kıza gözü takıldı Murat'ın, kız da ona bakıyordu aslında. Yanındaki kız arkadaşını dürtmüş, gülüşmüşlerdi. Murat stantları dolanıyormuş gibi yaptı ve takip etti onları. Öykü bu ya, kaşla göz arasında tanışıverdi hemen.
"ayakkabıların gerçek deri mi?" dedi kız laf arasında. Ne diyeceğini bilemedi Murat birden. Sanki "hırsızsın sen, çalımışsız işte onları" diye bağıracakmış gibi geldi o anda, anlamış mıydı sahiden? Yok canım olamazdı. Sonra sıkılgan tavrını attı, toparlandı, o da zengin gözükmeliydi, kendinden emin "evet" dedi. Kız gülümsedi. Sanki daha bir sevmişti bizim oğlanı bu lafın üzerine.
Sonraki günler hep buluştular. Lakin sadece zengin görünmek yetmiyordu, yalan da söylemek gerekiyordu. Başka özel bir üniversitede okuduğunu söylemiş hatta bölümünü de abisiyle aynı bölüm söyleyivermişti hoş Başka da bölüm bilmiyordu ya... Süleyman Bey'se kasap değil, koskoca deri ayakkabı satan mağazanın müdürü oluvermişti.
Hep pahalı mekanlara götürüyordu güzel kız Murat'ı. Murat'sa sesini çıkarmıyor, harcıyor da harcıyordu ama mutluydu aşıktı, belki kız da ona!? Yağız kardeşindeki bu değişikliği farkediyor ama susuyor, bir şey sormuyordu kardeşine yine.
Aradan uzun zaman geçmedi ki, çalıştığı dükkandaki eksik ayakkabıyı Yaşar Bey farketti. Elemanları komple sorgudan geçirdi. "gözünüzü dört açın, bu mağazaya girene çıkana dikkat edeceksiniz bundan böyle", diye kükredi adeta.duaklarını ısırıyordu Murat. Vicdan ve o lanet olasıca suçluluk duygusu yüzünü kızartır diye çok korkuyordu. Neyseki elevermemişti hayatının bu ilk suçunu.
Dayısının yeni aldığı telefonu gördü bir akşam Murat. Kendi telefonuna baktı.
-Dayı be, bi kaç gün bende kalsa ya bu telefonun, hemen geri veririm.
+iyi bakalım, ama dikkatli kullan he, 500 kağıt saydım ona daha yeni. Dedi gülüştüler.
Murat en güvenilir edasıyla başını salladı. Selin yeni telefonuyla onu bir kez daha sevecekti yarın. Birkaç gün sonra da bozuldu diyecekti. Yalan öyle güzel öyle tatlı geliyordu ki, bir tanesinin sonucunu diğerine bağlamak eğlenceli bile geliyordu hatta Murat'a.
işten çıkarmak zorunda kaldı birkaç elemanını Yaşar Bey, işler bozulmaya başlamıştı. Biricik dayısının hatrı geçmemişti bu kez, Murat da o ayrılanlar arasındaydı. Çok üzülmedi Murat, en azından babası kadar üzülmedi. Suç işlediği yerden kaçmış kurtulmuş gibiydi. Boşta gezdiği günler dersi varmış gibi yapıyordu artık Selin'e o kadar. Ama para lazımdı en kısa zamanda. Selin birşeyler de aldırmak istiyordu onu sürekli mağazalara itekliyerek. Zengindi ama açgöz gibiydi. Herşeyden çabuk sıkılan ruhuna zor adapte oluyordu Murat. Şımarıkça omuzlarını silkmesine gülümsüyordu hemen.
Fazla işsiz kalamadı. O yüzden bir dolmuşta muavinlik yapmaya razı oldu. Kış mevsiminde soğuktan derisi kurumuş ellerinin elinde sürekli para , bir ayağı açık dolmuş kapısının dışında, gidecekleri güzergahı bağıra bağıra günler geçiyordu.
Böyle günlerden birgün bir grup kız bindi dolmuşa. Sarı bukleli kız oturur oturmaz gözlerini dikti Murat'a. Evet bu Selin'di. Okuldayım demişti halbuki. Demek sadece Murat değildi yalan söyleyen. Ama o an Murat'ın aklından geçen ilk şey bunlar değildi. Hele Selin'in hiç değildi. Bakıştılar uzunca
Parayı alırken elleri titredi Murat'ın, Selin'in bakışları giderek kızgınlaşıyordu,o da uzatılan parayı şaşkın ve kandırılmış hissiyle dolu gözlerle elinde sıktı. yanındaki kızlar durumu farkettiler ama Selin ağzını açmadı. indiler.
Son kez saçları savrulmuştu önünden geçerken mis gibi çiçekli parfüm kokusunu son defa çekti burnuna Murat. Biliyordu Murat, o güzel kızın kızgın ve şaşkın bakışları ,son bakışları olacaktı. Bağrına bir yumruk oturdu sanki, bir bahar şenliğinde ruhuna doğan güneş yalanlarla ve hatta bir hırsızlıkla bile aydınlık günlerin süresini uzatamadı. Yalancı aydınlıktı çünkü, güneş değil anca bir ampüldü belki de.
"Devam et", dedi muavin kaptana, "devam et"...